4 Haziran 2005 Cumartesi günü öğleden sonra Kombassan Vakfının düzenlediği Bebeğe Davet / Kısırlık konulu panele gittim. Alâaddin Keykubat Salonundaki panelin izleyicisi çok değildi ama oldukça ilgili ve dikkatli bir topluluktu. Sanırım, yalnızca bu hususta derdi olanlar gelmişti oraya. Vakıf Başkanı, Prof. Dr. Mehmet Bayyiğit, açış konuşmasında vakıf olarak aile sağlığı ve eğitimi konusunda düzenledikleri seminer, kurs, panel benzeri çalışmalardan söz etti. Paneli yöneten Prof. Dr. Mehmet Çolakoğlunu dinlerken inanmış bir bilim adamının bilimsel olgu ve sorunlara nasıl bakabileceğini görmüş oldum. Ürolog Prof. Dr. Recai Gürbüz, erkekten kaynaklanan kısırlık sebeplerini ve muhtemel tedavi yollarını anlattı. İslâm Hukuku uzmanı, Prof. Dr. Orhan Çeker ise, gerek kısırlığı aşmak için geliştirilen yöntemler, gerek genetik çalışmaları hakkında İslâm dininin yaklaşımlarını öncelikle ilke düzeyinde ele aldı. Kendisinin kanaatlerinin şahsî kanaatler olduğunu belirtmesi, saygı değer bir ihtiyat örneği idi. Saat 15e yaklaşırken aklım başka bir yerde, Yazarlar Birliği Konya Şubesinin bahçesinde yapılacak Çocuk Şöleninde idi. Rahmetli Cahit Zarifoğlu adına ilki geçen yıl düzenlenen şölenin bu yıl, çok daha renkli, çok daha cıvıl cıvıl olacağını biliyordum. Bunun için Kombassan Vakfının paneli sona ermeden Alâaddin tepesinden ayrıldım. Yolda rahmetli Cahit Zarifoğlunun Ağaçkakanlar adlı romanını hatırladım. Aile ve çocuk ilişkileri, kader, kötülük gibi konularda o eserin nasıl müthiş bir cesaret ve derinlikle konuştuğunu hatırladım. Özellikle o kitabın, Ağaçkakanların bir çocuk romanı olmanın çok ötesinde, âdeta evrensel bir anlatı olduğunu hatırladım. Yıllar önce o kitabı, bir türlü çocuk sahibi olamayan ve bu derde çare bulmak için nice kapı dolaşmış bir arkadaşa bir tesellî gibi yolladığımı hatırladım. Yazarlar Birliği kapısı önünde bu hatırlayışlardan uyandım. Kırmızı balonlardan bir kemer vardı kapıda. Panonun bir yüzünde rahmetli Zarifoğlunun sakallı portresi, altında A. Cahit Zarifoğlu adı, doğum ve ölüm tarihleri; öteki yüzünde çocuksu harflerle programa ilişkin açıklamalar. Kapıdaki bu panonun benzerleri bahçede de vardı; her birinin üzerine renkli kâğıtlardan kesilip yapıştırılmış, her biri bir karikatür özü taşıyan şekiller bezenmişti. Kapıdan içeri adımımı attığımda sevgili Beyza programı başlatmak üzereydi. Bahçedeki bütün sandalyeler, çimenlere serilmiş bütün minderler çocuklarla dolmuştu; bazılarının anneleri, babaları, öğretmenleri de vardı. Yedi güzel çocuk başta olmak üzere, o gün orada bulunan çocukların çoğu ya şiir okudular, ya şarkı söylediler, ya fıkra anlattılar. Bunların hiçbirini yapamayanlar da müzik eşliğinde oynadılar ya da arkadaşlarını alkışladılar. Çocuklara şeker, süt, kek, süt dağıtıldı. Böylesi programların çoğunda rastlanan kargaşaya, itiş kakışa neredeyse hiç rastlanmadı. Çocuklarımıza birdenbire ve şimdi buracıkta bir büyüklük, olgunluk, sabır mı aşılanmıştı, ne?Başkan Ahmet Köseoğlundan öğrendiğime göre, çocuklara dağıtılan bu yiyecekleri karşılıksız olarak veren kişi / kurum, kimliğinin açıklanmasını istememişti. Allahın bilmesini ve razı olmasını insanların bilmesine ve teşekkürüne tercih eden bu tutumun güzelliği, beni çok duygulandırdı. Çocuklar oradan ayrılırken yanlarında kitap, broşür gibi bilgilendirici malzemeler de götürdüler; böylece şölenin evde ve gelecekte de devam etmesinin önü açılmıştı. Cumartesi günü iki, iki buçuk saat boyunca çocuklarımıza bakarken gördüklerim, duyduklarım, düşündüklerim beni o kadar sevindirdi ki, akşam Kon TVde haberleri izlerken bu önemli olayın değil de, filân kasabanın filan okulunda her okulda benzerinin çokça bulunduğu bir köşenin açılışının haber oluşu bile sevincimi gölgeleyemedi.