Düşünün harpten harbe koşan bir milleti.
19. Yüzyılda neredeyse her yıl savaşın içinde.
20. Yüzyılın başında kolu kanadı koparılmaya çalışılan bir devlet.
Balkan faciasını ve Trablusgarp’ı yaşamış…
Onlar bitmeden büyük bir dünya savaşının içinde bulmuş kendini…
Öyle içinde bulmuş dediğime bakmayın, bu savaş bu koskoca cihan imparatorluğunu tarihten silmek üzere dizayn edilmiş, planlanmış.
Ve bu oyunu bozmak üzere savaşa dâhil olan son Osmanlılar…
Bu kadroların tek derdi vatanın selametidir…
Cephe cephe savaşarak devlet-i aliyi kurtarmaktır…
Ancak olmayınca olmuyor…
Çanakkale’de göğüs göğse kazanılan zaferler,
Hicaz’da, Medine’de destansı savunmalar yetmiyor…
30 Ekim’de Mondros denen uğursuz anlaşmayla mağlup ilan ediliyoruz…
Silahlarımız elimizden alınıyor, askerlerimiz terhis ediliyor….
Ve sıra işgale geliyor….
Evet her şey olur ancak Türk milleti esir olmaz…
İşte Cumhuriyet’in doğuşuna, Türk milletinin zaferine giden yol burada başlıyor…
Milli Mücadele, Alaşehir’den, Balıkesir’den, İzmir’den, Samsun’a, Erzurum’a, Sivas’a , Antep’e, Urfa’ya, Maraş’a uzanan bir isyan ateşiyle tutuşturuluyor...
Masada kaybettiklerimizi sahada kazanmak için var gücüyle savaşan Türk milleti ve Milli Mücadelenin kahramanları, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Başkomutanlık Meydan Muharebesinde destan yazıyor…
26 Ağustos’ta Akşehir’de başlatılan büyük taaruz 9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçekler açtırıyor…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde, Hasan Tahsinler, Şahin Beyler, Sütçü İmamlar Türk İstiklal Savaşının kahramanları, şehadet şerbetini içer isimsiz askerler, gazilerimiz bu destanın yıldızı oluyorlar.
İşte Cumhuriyet bu destansı istiklal mücadelesinin tacıdır!