Osmanlı, cihan harbine girerek Kafkasya cephesinden Galiçya'ya, Hicaz-Yemen cephesinden Çanakkale'ye kadar 4 sene boyunca 10 cephede savaştırıldı. 30 Ekim 1918'de ise Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış olarak da Mondros Mütarekesi'ni imzaladı.
İmparatorluk zayıf düştüğü için düşmanlar, dört bir yandan toprakları işgal etti, milletimiz ise derin acılar yaşadı. 9 Kasım 1918'de İngilizler İskenderun'u, 12 Kasım'da Fransızlar İstanbul'u, 6 Aralık'ta İngilizler Kilis'i, 7 Aralık'ta Fransızlar Antakya'yı işgal etti. 1 Ocak 1919'da İngilizler Antep'i, 22 Şubat'ta Maraş'ı, 8 Mart'ta Fransızlar Zonguldak'ı, 9 Mart'ta Samsun'u, 24 Mart'ta İngilizler Urfa'yı, 28 Mart'ta da İtalyanlar Antalya'yı işgal altına aldı. Daha bitmedi, 16 Nisan'da Fransızlar Afyonkarahisar'ı, 20 Nisan'da Gürcü ordusu Ardahan'ı, 15 Mayıs'ta da Yunanlılar İzmir'i işgal etti.
Memleketin her bir tarafı işgal altındayken yurtta Milli Mücadele hareketi başlatıldı. Vatan topraklarının düşman işgali altındaki esareti birer birer sona erdirildi. Koca bir imparatorluktan geriye yalnızca Anadolu toprakları kaldı. İşte o zamanın şartları içerisinde de yeni Cumhuriyet rejimi kuruldu.
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde iktisadi sahada yaşadığı sorunlar, sanayileşememe, alt yapı eksiklikleri, uzun süren savaşlar, nüfus yetersizliği ve devralınan borçlar da olduğu gibi yeni kurulmuş olan Cumhuriyet'e miras bırakıldı.
Halkın önemli bir kesimi ise yaşadığı sorunlara, çektiği acılara rağmen dini inanış ve düşüncelerinden ödün vermek istemiyor, geçmişten gelen dini anlayışını inancının bir gereği olarak devam ettirmek istiyordu.
Atatürk'ün önderliğinde kurulan cumhuriyet rejimi ise kendisinin vefatından sonra yapılan bir takım yanlışlarla ara ara tıkanıyor, düzen, inançlı insanlara nasıl yaklaşması gerektiğini tam olarak bilemiyordu. Bilemediği için de inançlı insanları cumhuriyet rejimi için tehlikeli birer düşman olarak görebiliyordu.
Laikliği bile; "dindarlara, dini nasıl yaşayacaklarını dikte etmek ve yasaklar koymak" hakkı olarak anlıyordu.
Sistem; kendisini dindar insanlara açarak onları kazanması gerekirken, aksine dindar insanlarla mücadeleyi tercih ediyordu. Dinidâr bir yönetim anlayışı dindar anlayışla sürekli çelişiyor, vaziyet sosyal patlamaya, sistemin intiharına doğru ilerliyordu.
Oysa Türkiye'nin rejim olarak selamete çıkabilmesi için dindar kesimle barışmasının vücubiyeti vardı. Bu dönüşümü sağlayabilen Türkiye, bölgesinde lider ve model bir ülke olabilir, ya da dönüşüm sağlanamaz cumhuriyet rejimi tehlikeye girebilirdi? Hatta bir Türk baharı bile yaşanabilirdi?
Rakipleri tarafından cumhuriyet düşmanı olarak nitelendirilen AK Parti, esasında cumhuriyetin kurtarıcı partisidir. AK Parti sayesinde sistem, mukadder olan kaos ve yıkımdan kurtulmuş, kendini yenileyerek yeniden hayatiyet kazanmıştır.
Cumhuriyeti, inançlı ve mütedeyyin insanlarla barıştıran AK Parti, büyük bir devrim gerçekleştirmiş, tıkanmış olan sistemin yeniden açılmasını ve tıkır tıkır işlemesini sağlamıştır. Sırf dini inançlarından ötürü sistemin dışına itilen toplumun geniş bir kesimini, sel olup felakete doğru akma noktasından, sistemin içine doğru akarak barışma ve sevdirme noktasına getirmiştir.
AK Parti gelinceye kadar hiçbir siyasi oluşum halkı sistemin içine çekmeyi başaramamıştı. Ancak AK Parti bunu başardı. Artık başörtülüler bile 10 Kasım'da Anıtkabir'e ATA'yı ziyarete gidiyor. Dindar kesim cumhuriyetin bayramlarını, dini bayramlar gibi sahipleniyor ve kutluyor.