Orhan evden çıktığında, martın ortaları olmasına rağmen ılık bir havayla karşılaştı. Rüzgar, korkusunu
bastırmak için ıslık çalarak yürüyen yeni yetme bir oğlan gibi dolaşıyordu şehrin sokaklarında. Günün
ilk ışıkları, çocukluktan gençliğe geçmekte olan kızların yeni belirginleşen göğüsleri gibi yeni yeni
patlayan ağaçların dallarına düşmüştü. Hatta bazı erkenci dallarda beyaz beyaz çiçekler açmıştı bile.
Yol kenarlarında, servis bekleyen kadınlı erkekli insanlar vardı. Caddelerde sokaklarda işçi servisleri,
ekmek dağıtan, marketlere, günlük gazeteleri taşıyan araçlar ve okul servisleri bir görünüp bir
kayboluyorlardı.
Orhan, yüzde kırk engelli raporu aldıktan sonra, devlet kendisine bir okulda hizmetli olarak iş vermiş,
o da eve ekmek götürmenin zevkini, gururunu yaşamıştı. Annesi ev hanımı, babası ise sanayide bir
marangozun yanında usta başı olarak çalışan bir adamdı. Bir kız, bir oğlan iki kardeşi daha vardı.
Kızdan küçük, oğlandan büyük, ailenin ortanca çocuğuydu Orhan. Ablası gelin olmuş, küçük oğlan ise
ortaokula gidiyordu. Zengin değillerdi ama çok şükür kimseye de muhtaç değillerdi. Kendi yağıyla
kavrulan bir ailesi vardı.
Orhan'ın engeli çocukluktan geliyordu. Doktorun verdiği iğnenin dozu fazla gelmiş, sağ ayağında hafif
bir aksaklık kalmıştı. Bunu çok dert etmemişti kendine. Şükür ki ağrısı sızısı yoktu. Hele şu işe
girdikten sonra hayatı daha güzelleşmiş, kendine güveni artmıştı. Hayattan çok şey istemiyordu
zaten. Annesigillerin evi gibi bacası tüten bir yuva, kendisini seven bir eş yeterdi mutlu olması için.
Zamanla o da olurdu nasılsa.
Okula gelip günlük işlerine başlamışı ki, öğretmenler odasından çağırıldı. Kapıyı çalıp içeri girdiğinde
birkaç öğretmenle karşılaştı, diğerleri sınıflara dağılmış derslerini işlemeye başlamış olmalıydılar.
Derya öğretmen, yanındaki koltukta oturan genç kızla bir şeyler konuşuyordu. Orhan'ın içeri
girmesiyle, Derya öğretmen kendisine, kantinden çayla beraber bir şişe küçük su almasını söyledi. O
da hemen bir koşu alıp geldi istenenleri. Derya öğretmen suyu genç kıza vermesini söylediği anda,
Orhan kızı bir siluet olarak değil de net bir şekilde gördü. Kız gerçekten çok güzeldi, siyah dalgalı
saçları, ve bir çift siyah inci gibi gözleri vardı. Siyah kot pantolonun üstüne siyah deri bir ceket
giymişti. Bu kadar çok siyahtan, bunca ışık nasıl yayılıyordu anlamakta zorlanıyordu Orhan. Suyu
verirken göz göze geldiler genç kızla, içinde kocaman bir buzdağı erimiş gibi oldu Orhan'ın. Bugüne
kadar bilmediği, hissetmediği duygular uyandı yüreğinde. Kız, teşekkür edip aldı pet şişeyi. Derya
öğretmen çıkabilirsin demese, kendini orada sonsuza kadar unutabilirdi.
Dışarı çıktı ama kızın yüzündeki baharın bütün çiçeklerinin kokusunu hala içinde hissediyordu. Nasıl
bir şeydi bu böyle? Bugüne kadar pek çok genç kız görmüştü ama onun yüzünde gördüğü efsunlu hali
hiçbirinde görmemişti. Gözlerinden kalkan kelebekler hala, biraz önce kapattığı kapının anahtar
deliğinden odaya doğru uçuşuyordu. Ama bu durumu fazla sürmedi, gerçek kendini birden hatırlattı.
Kendini daha önce okuduğu bir romandaki Notre Dame'ın Kamburu, Quasimodo gibi hissetti. O kız da
Esmeralda kadar güzeldi. Kantinden getirdiği suyun, Grewe Meydanı'nda kırbaçlanırken kambura
acıyarak ona su veren Esmeralda'nın elindeki suyla bir bağı var mı acaba diye düşündü Orhan. Sonra
işine döndü ama aklı kendinde değildi. Yaptığı her işe karışıyor, sildiği camlarda onun yüzü
beliriyordu.
Birkaç saat sonra öğretmenler odasına tekrar bir iş nedeniyle gittiğinde kız yoktu, ama Derya
öğretmenin Nermin öğretmenle konuşmalarından sabah gelen kızın adının Leyla olduğunu öğrendi.
Derya öğretmenin kızıymış, sabahki geliş sebebi, Leyla annesiyle ayrı olan babasının yanında
yaşıyormuş ve bu sabah önemli bir sınavı varmış annesinden manevi bir güç almak için öyle bir uğramış. O kadar siyahlar içinde olan bir esmere de Leyla'dan başka bir isim konamazdı zaten diye
geçirdi içinden Orhan.
Akşam eve gidince hemen odasına çekildi, ev halkına bir şey söylemedi. Kendisinin bile kendini layık
görmediği bir kızı istemeye bile yanaşmazdı ailesi. Perdeyi açtı dışarı baktı. Sabahki hava değişmiş
soğuğun şiddetinden kar atıştırıyordu. Mart böyleydi işte, hayat gibi ne yapacağı belli olmuyordu. O
patlayan dallarda açan çiçekler üşüyecek dökülecek ve meyveye dönüşemeyecekti ağaçta.