AKP çuvallamıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın azabı bozuktu. Galataport, Unakıtan villaları, malvarlığı tartışmaları, seçim öncesi halka verilen vaatlerin çok önemli bir kısmının yerine getirilmemiş olması, Kıbrıs meselesinde gelinen son nokta hiç de iyi bir tablo değildi. Pek çok fahiş hata yapılmıştı. İç siyaset açısından da akla zarar işlere imza atılıyordu. Tayyip Bey’in dış bağlantılarını sağlayan Zapsu’nun eşi yeni bir din icat etmiş camilerde provasını yapıyor ve AKP’ye oy veren mütedeyyin tabanda büyük bir rahatsızlık yaratıyordu. Kürt meselesi ise Başbakanın Diyarbakır konuşmasıyla içinden çıkılmaz bir hal almıştı.
Üç yılın sonunda AKP’nin geldiği nokta: Yolsuzluk, yoksulluk, dış politikadaki basiretsizlik şeklinde tezahür etmişti. Bütün bunlar sonunda parti grubu içinde de kıpırdanmalar, homurdanmalar baş göstermişti. AKP grubundan yükselen sesler artık ayyuka çıkmıştı. “Bırakın halkı, biz bile ulaşamıyoruz sayın hükümet üyelerine” diyen milletvekilleri azımsanmayacak kadar çoktu. Üstüne üstlük bir çiftçiyle girilen tartışmada çiftçiye “ananı da götür lan” diyen Tayyip Bey tam anlamıyla köşeye sıkışmıştı. Hatta başbakana “Kasımpaşalılığın gösterileceği yer içinden çıktığın halk değil, dışarı olmalı, efeleneceksen Peygamberimize hakaret eden karikatürleri yayınlayan ülkelere efelen” diyenler çoğalmıştı sokaklarda. Gerçekten zor durumdaydı Tayyip Bey. Daha öncede böyle sallantılar geçirmişti. Geçtiğimiz yılın sonun da tam da Offer davasında çok önemli yolsuzluk ve peşkeş çekme olayları gündeme gelirken birden gündem değişmişti. YÖK ve medya sağolsun! Bir anda Yücel Aşkın davasıyla yatıp kalkmaya başlamış, asıl meseleler de gündemimizden bir süreliğine düşmüştü.
İbre aşağıyı gösteriyordu ki..
Bu yılın başında da AKP taban yapmıştı, bütün barometreler AKP’nin düşünü gösteriyordu. Ve ibre aşağıyı, kırmızı çizgiyi gösteriyordu ki, AKP’nin imdadına devletin yargı makamındaki bir kurum yetişti.
Danıştay’ın “başörtü kararı” adeta can simidiydi AKP için. Anayasa’nın ilgili maddelerini değiştirme çoğunluğunu sahip olmasına rağmen bugüne kadar başörtüsü konusunda kılını kıpırdatmayan AKP ve Tayyip Bey bu kararla yeni bir “can” kazandı. Çocukluğunda oyun oynayan herkes bilir “can kazanma” deyimini. Oyunun son kertesine gelinir, sana verilen bütün haklarını kullanmışsındır. Tam ölecek, yani oyundan çıkacaksındır ki, biri gelir sana dokunur ve yeni bir can kazanırsın. Ve oyuna devam edersin. İşte “Başörtüsü kararı”yla da AKP’ye dokunulmuş ve bu sayede iktidar yeni bir can kazanmıştır. Bu polemik nedeniyle hem başörtüsü mağdurları yeni ve umutsuz bir bekleyişe sürüklenmiş, hem de üç yıl boyunca tek hayırlı bir icraatı görmemesine rağmen halk “Bak bu adamlar (AKP hükümeti) hiçbir şey yapmadığı halde, o malum güçler bunlarla yine uğraşıyorlar” demekten kendini alamamaktadır. Yani “bu zinde güçler böyle yaptığı sürece bizler de AKP’den hala bir şeyler bekleme ümidini taşır, ona yeni primler veririz demektedirler.
Bütün bunları düşündüğünüzde insanın aklına ister istemez şöyle bir şey geliyor; yoksa bu güçlerin AKP’yle aralarında danışıklı döğüş mü vardır. Başörtü sorunu hiç bitmesin her ikimizde ayakta kalalım! mı demek istiyorlar. YÖK ve bir takım kurumların AKP ile sırf bu konuda polemiğe girmesi, laiklik tartışmaları bana hep böyle bir şeyin olduğu hissini veriyor. Çünkü alınan son “başörtü kararı” da böyle bir sonuca hizmet etmenin dışında başka bir anlam taşımıyor. Ancak şunu da ifade etmek gerekiyor ki, bir yanlış anlaşılma olmasın. Ben burada yargı kararlarının sonucuna etki edecek bir tartışmaya neden olmak istemiyorum. Yargı muhakkak ki bağımsız olmalıdır. Verdiği kararlarda da bu meselelerde olduğu gibi genele teşmil edildiği için adil ve kamu yararını gözetmelidir. Ancak alınan bu karar sonucunda ortaya çıkan gerçek nedir? Doğurduğu neticelere baktığımızda ne görüyoruz? Alınan bu hukuki karar politik bir sonuç doğuruyor. Bu politik sonuç nedir? AKP iktidarının süresinin uzaması. Hem de hiçbir şey yapmadan, hem de söz konusu meselenin halline dair hiçbir adım atmadan bu meseleden rant sağlayarak iktidarını uzatması. Danıştay bu kararı aldı diye AKP anayasanın ilgili maddelerini değiştirip bu sorunu çözecek değil. Ama eline bir koz geçiriyor ve meydanlarda “bakın biz bu sorunu çözmek istiyoruz ancak sürekli önümüze engel çıkıyor” diyerek kaybedilen oylarını yeniden toplamanın hesabını yapıyor.
Tabi bu tartışmalar yaşanırken çevremizde neler oluyor?
Biz cambaza bakarken, çiftçi ürününü kaldıracak mazot parasını bulamıyor, başörtülü kızlar hala üniversitelere giremiyor, Irak’ta Amerika’nın zulmü hala devam ediyor? Hz. Peygambere yönelik “karikateröristlerin” saldırıları devam ediyor. Sorumlu ülkeler “Müslümanlardan hala özür dilemiyor” üstüne üstlük, “Siz Avrupa Birliği’ne giriyorsunuz, Avrupa’nın değerleri belli, ifade özgürlüğüne verilen önem ortada, nasıl olur da İslam ülkeleri ile birlikte hareket edersiniz” diyen Batı’ya hala bir delikanlılık yapamıyoruz! Sadece delikanlılığı halka “ananı da al götür lan” dan öteye gitmeyen bir başbakanla, ülkeyi 28 Şubatlar’a ve AKP’lere götüren kurumlar arasındaki “cambaza bak” oyununu seyretmekle meşgulüz.
Peki biz bu oyunu daha ne kadar seyredeceğiz?