Bizi Ebu Cahillerden ayıran bir fark olmalı. Bir fark bulunmalı. Aslında çok fark var, hatırlanmalı. O güzide ashab ki bunun en güzel örneği. Nefisleri için kılıç kaldırmak yerine kaldırılan kılıçları indirmişlerdir.
Bizi Ebu Bekir (r.a.)’e yakın kılan bir özellik olmalı. Bir enginlik, bir yücelik. Bizi, bize yaklaştıran birliğimizi sımsıkı kavrayan…
Fitne mayınına basmamak önemlidir.
Zira, bir kötülük karşısında Ebu Cehil'e küfretmeye kalkarsak, Ebu Bekir(r.a.)'i yetiştiremeyiz.
Ki zaten, onların istediği bu.
Dünya öyle bir hal aldı ki, tanımıyoruz kimseyi. Hepimiz “ahir zaman” diyerek geçiştirmekte olsak da zaman zaman “Ah-zaman” dediğimiz de olmuştur. Nereye bu acele, bu hız nereye kadar? Sana verilen 2 mt yer iken bu doymazlık niye?
“Ah insan!” İnsan üzerindeki “insanlık” libasını çıkarmış olmalı. Yoksa bu denli arsızlaşmazdı duygularımız. Duygularımız aşırı kilodan muzdarip. Üzerimizde bir ağırlık bir kasvet. Dinmek bilmeyen bir inilti. Cendere boşluğunda hızla geçen zaman. Düşünme yetilerimizi de kaybetmiş olmalıyız.
Nefes alacak bir yerler olmalı. Olmalıydı, kapısına varacağımız “Ben geldim, kabul eder misin?” diyeceğimiz. Öyle biri olmalı ki; Milyon kere karşı gelsek de, bir defa olsun “gelme” demeyecek biri.
Secdeler… Ah! Ne güzel bir tören. Kabul töreni. Muazzam bir şey. Alnını secdeye koymanın bedene verdiği hazzı anlatamaz kelimeler. Bir nokta da, insan, kendi acziyetini kendisine gösteriyor.
Alnımızı koyduğumuz secdenin merkezi: KABE. Kara sevda… Şimdilerde içimize sayısız kelebek bırakan heyecan. Gün yaklaştıkça, bir güzel heyecan. “Aman Ya Rab! Şimdi sen beni çağırdın. Bu davete icabet etmem ondan mı?.. Sen beni unutmamışsın, sen hiç unutmadın beni. Şimdi davet edildim. Siyahı, ala nur olan beldene kutlu bir yolculuk mu başlayacak? Şimdi ben sana geliyorum öyle mi? Peygamber’imin doğduğu beldeye, sevdiği beldeye. Sokakların da ashabın gezdiği beldeye. Bu nasıl anlatılır? Anlatılmaz ki. Baksanıza cümlelerim ne kadar donuk. Ne kadar manasız. Ne kadar soğuk. “
Mescid-i Nebevi’ye ulaşınca “Senin kızının adını taşıyan bir Fatıma daha geldi. “ diyeceğim. Biliyorum, biliyorum Efendim(s.a.v.) ben kızın Fatıma (r.a.) kadar asla olamam, ama kızın Fatıma’yı da, annem Hz. Hatice(r.a.)’yi de, Aişe(r.a.)’yi de canımı elinde tutan Allah’a kasem olsun ki çok seviyorum.
İşte tüm bunların heyecanı, yenik ruhumu umuda getiriyor. Şimdi kutlu bir yolculuk hazırlığı. Şimdi o nezih davete hazırlık aşaması. Hayata bakış açımızı pekiştirecek bir yolculuk. “Zaten sevmezdim seni dünya, şimdi iyice kavradım! Değmezsin vakit harcamaya.” Diyeceğimiz bir davet.
Ey Dünya!
İstediğin kadar sınırlarını zorla! Biz yenildiğimizde de kazandığımızda da, hüznümüzde de sevincimizde de alnımızı onun secdesinden ayırmadık ve şimdi alnımızı koyduğumuz o kıbleden, “Kabe”den davet aldık. Bu aldığımız en güzel davettir. İkramdır. Bu heyecanı tez elden yaşayasınız…
Mevla’m, ömrümüzü/özümüzü güzelleştirsin.
Dostumuzu da/düşmanımızı da sevsin, sevindirsin. İçimizde kin, haset bırakmasın.
Amin.
Selam ve selamet üzerinize olsun.