Bir yanda, Sarkozy- Merkel ikilisinin, Türkiye’de tepkiyle karşılanan, açıklamaları vardı, öte yanda ise diğer AB üyeleri ve Komisyon‘dan kaynaklanan haberler.
Birbirleriyle çelişen manzaralarla karşı karşıya kaldık.
Önce, Merkel- Sarkozy ikilisinden başlayalım.
Reformlar bir türlü start alamadı için , Türkiye’nin AB’ye yürüyüşünü yavaşlatmak isteyen Fransa ve belirli bir oranda da Almanya, yeniden kollarını sıvadılar ve “İmtiyazlı Ortaklık” projesini piyasaya sürme hazırlıklarına giriştiler.
İmtiyazlı Ortaklık nedir, bilinmiyor.
Herkesin başka bir anlatımı var.
Bilinen, bunun Tam Üyelik olmadığı, AB’nin kararlarına karışmayan , Parlamentodaki yerini almayan, biraz para ve İkinci Sınıf Ortaklık statüsü ile Türkiye’yi aralarında tutma çabası.
Aslında bu formülü Fransa istiyor.
Almanya memnun.
Avusturya-Kıbrıs-Yunanistan üçlüsü, perde arkasından alkışlıyor.
Türkiye reformlarını harekete geçiremediği sürece, bu akım hemen ön plana çıkıyor. Ne zaman adımlarını atmaya kalksa, donduruluyor ve konuşulmaz oluyor.
Sarkozy- Merkel ikilisini küçümsemeden, madalyonun öte tarafına bakalım.
AB Komisyonu Türkiye'yi destekliyor
Avrupa Komisyonundan aldığım sinyaller ise, çok farklı.
Komisyonda Türkiye’yi yakından izleyenlerle konuşunca, biraz daha net görmeye başladım.
Brüksel sadece ekonomik krizi ve Lizbon anlaşmasının nasıl gelişeceğini konuşuyor. Politik ve Kurumsal kriz aşılamadığından dolayı,kimsenin gözü Genişlemeyi görmüyor. Bu karmaşaya bir de Komisyonun sonbaharda yeniden atanacağını ve Parlamento seçimlerini eklerseniz, durum biraz daha netleşiyor.
Komisyonda kimin kalıp, kimin gideceği tartışılıyor.
Avrupa Parlamentosunda da seçim heyecanı var.
Kimsenin gözü başka birşey görmüyor.
Peki, Türkiye hakkında ne konuşuluyor ?
Türkiye, Brükselin gündeminde değil.
Hele, Sarkozy ile Merkel’in itiştirmelerine rağmen İmtiyazlı Ortaklık formülü dahi tartışılmıyor. Belki bazı çevreler, Fransa ve Almanya’nın ne yapmak istedikleri konusunda laf dolaştırıyor olabilirler, ancak genelde pek ilgi yok.
Türkiye’nin konumunu şöyle özetleyebilirim.
Fransa, Türkiye’nin klasik anlamda bir Tam Üye olmasına itirazı var. Müzakerelerin kesilmesini açıkça istemiyor, ancak mümkün olduğunca uzatılmasından yana.
Almanya da Türkiye’nin Tam Üyeliği konusunda derin kuşkuları var, buna rağmen müzakerelerin kesilmesinden yana değil. Berlin, İmtiyazlı Ortaklık kozunu kaybetmek istemiyor. Aksine canlı tutmak ve gerekirse ilerde masaya koymayı planlıyor.
Avusturya, son derece kuşkulu davranıyor.
Genel inancın aksine, Kıbrıs ile Yunanistan da müzakerelerin kesilmesinden yana değiller. İstediklerini elde ettikleri taktirde, Ankara’nın Tam Üyeliğine de itiraz etmeleri beklenmiyor.
Bunun dışında kalan ülkeler, yani toplam 22 ülke Türkiye’yi destekliyor. Müzakerelerin yavaşlamaması ve gerkli hızda devam etmesi isteniyor. Yani, Türkiye’yi destekleyenler çoğunlukta.
Avrupa Komisyonunda kimle konuşsanız aynı yanıtı alıyorsunuz:
“...Ne kadar çok ve hızla reform yaparsanız, sizi destekleyenlerin elini o kadar çok güçlendirirsiniz. Bundan dolayı dostlarınızın tavsiyelerine daha fazla kulak verin ve artık hareketlenin...”
Uzun süredir tartışılan konuların başında, Kıbrıs’ta bu yıl sonuna kadar bir çözüm olup olmayacağı. Çözümsüzlük durumunda, 2009 Aralığı’ndaki dorukta Türkiye ile müzakerelerin tümüyle askıya alınması gündeme gelecek.
Şu sırada müzakereler sürüyor, ancak bir sonuç alınması güç görülüyor.
Peki o zaman ne olacak ?
Komisyondaki hava, olayı dramatize etmekten yana değil. Ne de olsa, Kıbrıs konusunun bu noktalara gelmesinde kendi sorumlulukları olduğunun farkındalar. Genel beklenti,
Komisyon’un bir rapor yazması ve müzakerelere yeni bir şans verilmesini istemesi yönünde. Hele müzakere sürecinin askıya alınması söz konusu edilmiyor. Herkes böyle bir kararın, Türkiye’ye AB kapısının kapatılması anlamına geleceğinin farkında ve böyle birşey de istenmiyor. Tabii bu hafta Avrupa Parlamentosu seçimlerini de dikkatle izlemek gerekiyor. Zira bu seçimlerin sonucu da Türkiye ile müzakereleri etkileyecek.
Davutoğlu bakayım ne yapacak?
Brükselde Türkiye hakkında sorgu sual ettiğinizde karşınıza çıkan iki ilginç saptama var.
Biri, Ak Parti hakkındaki izlenim.
Buna göre, iktidar ilk başlardaki pırıltısını ve heyecanını kaybetmiş durumda. Ayak sürüyorlar ve gereken reformları gerçekleştiremiyorlar veya gerçekleştirmek istemiyorlar.
Erdoğan, henüz AB’nin defterinden silinmiş değil, ancak hakkındaki soru işaretleri giderek artıyor.
Buna karşılık, Brüksel Egemen Bağış’ın Başmüzakereci olarak atanmasından son derece memnun.
“Nihayet , Brüksele sık sık gelen bir Türk resmi yetkili bulabildik” diyenlerin sayısı hiç az değil. Gerçekten de bir mevcudiyet sorunumuz vardı ve Bağış bunu dolduruyor. Tabii, Bağış tek başına herşeyi halledecek güçte değil ve anahtar Başbakanın elinde. O da, kendine özgü nedenlerle henüz harekete geçmiyor veya geçmek istemiyor.
Bu durumda bütün gözler Davutoğlu’na dönüyor. Dışişleri Bakanı, AB konusundaki tüm kuşkuları giderdi. Hele KRİTER dergisine verdiği demeç çok net. Durum böyle olunca şimdi tüm bakışlar ona dönüyor.
Acaba, Başbakanı ikna edebilecek mi?
Mehmet Ali Birand