Türklerin eski tarihine ait kitaplardan okuduğumuza göre Orta Asya'da doğan bir çocuğa hemen isim verilmezmiş. Çocuk belirli bir yaşa gelir ve önemli bir iş yapar da bir isme ancak sahip olurmuş. Bu işi de toplumun bilge insanı Dede Korkut yaparmış. Çocuk, bir ayıyı boğacak da adı “Ayıboğan” olacak… Veya azgın boğayla baş edecek ve adı da “Boğaçhan” olacakmış…
Aradan uzun zaman geçince kimseye niçin böyle yaptıklarını da soramadık… Lakin zaman ilerledikçe yaşadığımız bazı olaylardan anladık ki dedelerimiz buna ihtiyaç duymuşlar... Belki de anneyle baba, kaynanayla kayınvalide arasında çocuklara isim koyma konusunda ihtilaf yaşamışlardır. Bir kısım büyük kavgaları önlemek için böylesi bir önlem almışlardır.
Geçen hafta bu güzel yurdumuzun şirin bir ilinde ortaya çıkan kavgayı duymuş olmalısınız… Sonuç; 1 (bir) ölü ve 7 (yedi) de yaralı… Problem de doğan çocuğa hangi ismin verileceği… Okuduğunuz zaman, bıyık altından muzipçe güldüğümüzü, dalgasını geçtiğinizi görür gibiyim… Öyle kolayca gülmeyin efendim. Zira bu olay, bazı insanlar için çok önemlidir.
Bir doktor arkadaşım yıllar önce bir kızı doğdu. Kızına “Fatik” adını koydu. “Bu ismin ne anlamı var?” Diye sorduğunda; “Bu, Fadime isminin bozulmuş halidir. Bizim köyde böyle kullanılır.” Dedi. “Öyleyse neden ismin orijinalini koymuyorsun? O, daha güzel olmaz mı?” diye sordum. Arkadaşım biraz acı, biraz da muzip bir gülümsemeyle; “Sen beni köyden mi kovduracaksın? Annem beni bir daha köye katmaz biliyor musun?” dedi.
İlmine, irfani yaklaşımlarına ve entelektüel birikimine güvendiğim bir arkadaşımın - ağabeyimin bir torunu dünyaya geldi. Hayırlı olsun dualarımı ilettim. Ancak bu konuda bir mutsuzluğunun olduğunu da anladım. Sorunca o da kendini rahatsız eden bu durumu saklamadı. Problemi neydi biliyor musunuz? Torununa isim verme sorunu… Anladım ki oğluyla gelini farklı bir isim vermek istiyordu. Dede ve babaanne de kendi isminin verilmesi konusunda çok kararlılar. Biraz konuşunca bunun aslında bir isim mevzusu olmadığını, bilakis önemli bir savaşta kritik bir mevziinin savunmasına dönüştüğünü anladım. Bir süre sonra görüşünce ben merakla savaşın(!) sonucunu sordum. Tabii bizimki oturduğu koltuğa şöyle hafifçe gerildi ve savaş kazanmış bir komutan edasıyla istediğini yaptırdığını söyledi.
“Bir gün o basamağı gelirsem ben de aynısını yapar mıyım bilemem?” diye korkudan eleştirmedim. Ama garipsememek de elimde değildi… Neden biz böyle bir şeyleri yaşarız ki… Niçin anne -babalar, dede - nineler böyle bir de yatmayı yapma ihtiyacı hissederler? Sanıyorum bu durum, bizde ve bizim gibi toplumlarda bir tatmin aracı ve saha hâkimiyeti göstergesi oluyor. Yazık oluyor, enerjimizi anlamsız şeylere harcıyoruz. Sadece enerjimizi olsaydı iyiydi, birileri canlarını bile feda etti gitti işte…
Elbette bir çocuğun güzel ismi olmalı… Hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre, doğan bu çocukla ilgili asıl hesabı onun anne ve babası verecek. Eğer isminden dolayı bir hesap sorulacaksa; bu, anne –babanın sorgusu olacak. Galiba biz silahları konuşturmadan, aile içi kırgınlıklara sebebiyet vermeden acilen Dede Korkut’u çağıracağız. Varsın çocuğumuz 18-20 yaşlarında kadar isimsiz kalsın… Sonra kendi ismini kendisi kazansın. Kimseye de diyecek sözü kalmaz.
Bulalım mı şu DEDE KORKUT’U?