Birey ve toplumların hayatında farklı değişim türleri vardır. Gelişerek değişme olumlu bir çizgi izlerken, değişerek gelişme ise, bir takım olumsuzlukları beraberinde getirir. Bunda birey ve toplumların direniş reflekslerini etkisiz hale getirmek suretiyle değiştirmek söz konusudur. Çünkü değişerek gelişmede bizi biz yapan manevi köklerden kopma ve benliğe yabancılaşma varken, gelişerek değişmede mutlak anlamda bir toplumun manevi köklerinden kopma ve özbenliğine yabancılaşma yoktur. Çünkü değişerek gelişme, sağlıklı ve köklü bir değişim türüdür. Buna en büyük örnek, “hidayet” olayıdır. İhtida olayı, insanın gerçek tabiatının taleplerine göre hareket etmesidir. Bunun temelinde de “tevhidi bilinç” vardır. Bilindiği gibi tevhid, en büyük değiştiricidir. Bundan dolayı, ihtida ederek İslam’a giren birey ve toplumların hayatında bambaşka bir değişim görülür. Çünkü maneviyattan uzaklaştırılmış insan yüreğinin uzun müddet dindışı sâikleri önplana çıkarmış insan merkezli bir dayatmaya tahammülü yoktur. Gönül ve zihniyet planında meydana gelen bu değişme; kılık-kıyafetten insanlar arası sosyal ilişkilere, mutfak kültüründen ev mimarisine, sanattan edebiyata vb. hayatın bütün alanlarında kendisini farklı kılar. Zira İslam’ın temel amacı, bireysel, sosyal ve toplumsal değişmeyi sağlamaktır. Ama unutmayalım ki, Allah’ın yasasının bir gereği olarak bireysel değişme olmadan toplumsal değişme de olmaz. (Bkz. Ra’d 13/11).
Gelişerek değişim, İslam sisteminin doğasında vardır. İslam, bütün zamanlar için diriliş tohumu olan “acbu’z-zeneb”ini kendi içinde taşır. Nasıl ki, insan ölüp bedensel formu çürüdükten sonra, kimyasal özelliğini kaybetmeyen “acbu’z-zeneb” kıyamet günü bu formdan yeniden kendisini üretecekse, İslam da her zaman kendisini üretecek diriliş reflekslerine sahiptir. Burada önemli olan toplumun, Allah’ın istediği istikamette bir niyet taşıması ve bir gelişme göstermesidir. Bir kutsi hadis’te: “İnsanların kalpleri Allah’ın kudret parmakları arasındadır, isterse çeviriverir” buyrulmuştur. Önemli olan toplumun kalb ve akıl istikameti ayarını iyi yapmasıdır.
Bilindiği gibi tarihte İslam medeniyeti üç büyük saldırı ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan birisi doğuda Moğol istilası, bir diğeri de Batı’da Haçlı Seferleridir. Üçüncüsü ise, 19. yüzyılla birlikte başlayan temeli modern-seküler bir nitelik taşıyan materyalist Batı tarzı hayat biçimidir. İslam medeniyeti ilk iki saldırıdan sonra küllerinden yeniden doğmuştur. Şimdi üçüncü dönemin içindeyiz. Bu süreç henüz atlatılamamış ve bütün İslam toplumları üzerindeki etkisini ve gücünü devam ettirmektedir. Ben inanıyorum ki, Müslümanların “öze dönüş” çabaları bu dönemi de atlatacak ve medeniyetimiz yeniden parlayacaktır. Bunun bütün coğrafyalarda ışıltıları şimdiden hissedilmektedir.
İslam, iman ve hareket dinidir. Amel ve yenilenme varsa, “varoluş” ve ayağa kalkış da var demektir. Bu sebeple İslam, bilgilenme süreci üzerinde ısrarla durur. Kelam âlimleri, yazmış oldukları eserlerinde, taklidi imandan tahkiki imana doğru bir tekâmül sürecinin yaşanması gerektiğini vurgularlar. Bu uğurda bir çaba göstermemenin itaatten çıkmakla eş değerde olduğuna hükmederler. Bunun yegâne sebebi, değişimin kalıcı ve sürekliliği için inancın sağlam bilgisel temeller üzerine oturtulması ihtiyacıdır.
Kur’an’da anlatılan bireysel ve toplumsal irtidat (dinden dönme) tersine bir değişimdir. Her ne kadar tersine bir değişim olan irtidat bir gerçeklikse de bir başka yerde hidayet üzere yaşamanın varlığı da bir gerçekliktir. Çünkü insan yeryüzünde var oldukça değiştirici olarak İslam ve değiştirici mü’minlerin özelliği de var olmaya devam edecektir. (Bkz. el-Mâide 5/54). Ne yazık ki bugün İslam toplumlarında tersine değişim dediğimiz ahlaki çöküntü ve dünyevileşme varlığını sürdürmektedir. Ünlü sosyolog Max Weber, “sermaye dindarları sekülerize eder” der. Bu söz bir yere kadar doğrudur. Sermaye ancak, ahrete imanı zayıflamış toplumları sekülerize eder. Bilindiği gibi sekülerleşme, insanın gözünü ilâhî olandan beşerî olana, yani, yer-yüzüne çevirmesi olayıdır. Bir başka ifade ile sekülerleşme, dini hayat konusunda yoksullaşmadır. Böyle bir zihinsel tasarım ise, insanı daha çok zevk, daha çok maddi haz peşinde koşmaya sürükler ve tutkulara yönlendirir. Çünkü özde dünyevîleşmenin böyle bir çekiciliği vardır. İnsan hikmet ve irfandan koptuğu andan itibaren dünyevileşmenin yarattığı cazibe alanının dışına çıkamaz. Bu yozlaşmaya dayalı değişim süreçlerini yaşayan Müslüman toplumların, dünyevileşmenin bir sonucu olarak iyi modeller ortaya koydukları söylenemez. Yaşadığımız yüzyılda seküler zihniyet, insanın aklını ve kalbini paramparça etmiştir. Hâlbuki insan aklıyla, biyolojik yapısıyla, ruhi ve kalbi ihtiyaçlarıyla insandır. Onu; ne sadece ruhu öne çıkarmak, ne sadece maddeyi öne çıkarmak mutlu edebilir. İnsan ancak, bu yapıların hepsini aynı potada erittiği ve bu dualiteden kurtulduğu zaman mutlu ve huzurlu olabilir.