Cumhurbaşkanının AK Parti Afyonkarahisar kampındaki "değişimi biz yapmazsak, millet sandıkta yapar" cümlesi çok önemli. Bu cümlenin oy veren bizlerdeki karşılığıyla oy isteyenlerdeki karşılığı aynı olmamalı. Bu değişim talebi, bizde gerçekleşmesini sabırsızlıkla beklediğimiz bir temenniyken oy isteyen yerel ya da merkezi tüm AK Partili siyasetçilerde bir sorumluluktur.
Bu sorumluluk tarihi bir görevdir. Siyaset, seçmen için seçmene rağmen yapılmaz. Seçmen yanındaki yerinizi ölçmenin çok basit ve ekonomik yöntemleri var. Özellikle belediye başkanları için bu çok kolay ve esasen bu ölçümün rutin olarak da yapılması gerekiyor. Her belediye başkanı objektif kriterler uygulayarak, tarafsız birileri eliyle bunu ölçebilir. Yönettiği insanlara hem kendisini, hem partisini hem de liderini sorabilir. Bu yapılırsa hangi belediye başkanı kendisini liderine, hangisi de hem liderine hem de partisine taşıtıyor ortaya çıkar. Bunun belediye başkanları açısından çok ciddi bir yüzleşme olduğunu ve büyük bir cesaret istediğini biliyorum. Ama zaten Cumhurbaşkanı tam da bundan bahsetmiyor mu? Tarihi bir kırılma döneminden geçtiğimizi ve bunun bir takım süfli arzulara, yerel ihtiraslara, düşük profilli ahlaksız duruşlara heba edilemeyecek kadar önemli olduğunu vurgulamıyor mu? Eleştiri ve özeleştiriden müstağni duruşlu siyasetçilerin, 2019 sonrası için ne AK Parti'ye ne de bu ülkeye ayak bağı olmak dışında bir katkısı olmayacaktır.
Son bir haftada bir çok belediye başkanı ile ilgili istifa ettirilecek söylentileri çıktı. Neticede İstanbul belediye başkanı da istifa etti. AK Parti Genel merkezinde bir şaşkınlık yaşanmadığına göre bu istifa hem beklenen hem istenen bir hamleymiş. Ne değişir ve ne kadar değişir bunu süreç gösterecek. Ama Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisi hem bürokrasi de hem de siyasette başarısızlığın kişinin kendisi tarafından üretilmiş bir cezasının olmayışıdır. Seçim sistemi ve siyaset tarzının ortaya koyduğu bir sonuç olarak seçilmişliğin, atanmışlık kadar halktan uzak bir yönünün o şahsı koruma altına almasıdır. Yani yerel cürümlerin faturası merkezi siyasete kesilmekte ve bir yönüyle lider, tüm teşkilatlarda yaşanan arızanın faturasını ödemek durumunda bırakılmaktadır. Bu bir yönüyle doğru olabilir. Burada temel sorun bu faturanın kesilmesinden çok, bu faturanın müsebbibi olanların hiç bir şey yokmuş gibi ıslık çalarak yollarına devam edip gitme sırpatlığıdır.
Kimi İslamcı yazarlar başta olmak üzere bazı çevrelerin sadece "biz dememiş miydik" diyebilmek için sinsice bekleştiğini görüyoruz. Bu iğrenç duruşa ortaklık eden siyasileri de görünce, insanın midesi bulanıyor. Hayatını sadece siyasetten kazanmış, halkın kendisine ya da partisine teveccühünü geçim sebebi kılmış insanların, egosunun peşine düşerek içinde bulunduğu gemiyi delme çabası, en basit ifadeyle alçaklıktır. Ayakları AK Parti binasında olan kimi siyasetçilerin kulakları ve gönülleri başka güçlerle oynaş içindeyse bunu çözmek ve partiyi onlardan arındırmak en büyük sorumluluktur.
En zor zamanların yükünü siyasetle oy vermek dışında bir bağ ve bağlantısı olmayan insanlara taşıtmayı alışkanlık haline getirmiş bu tiplerden AK Partiyi kurtarmaktan daha doğal ne olabilir? Kendisinin arifi olup istifa etmeyenlere, istifayı tarif etmek üst kademenin görevidir ve yapmalıdır. AK Parti, siyaseti halka rağmen yapanları 2019'dan önce bulup kitlesel krılmaların önüne geçmek zorundadır. Toplum her şeyin farkındadır. İnsanlar, kime kimin hatırına katlandığını pekala çok da iyi bilmektedir.
Yolumuz uzun, süremiz kısa olduğuna göre hem siyasetten hem bürokrasiden ayak bağı olup bu davaya sadece oy veren herhangi bir vatandaş kadar bile katkısı ve inancı olmayanların sessizce yerlerini boşaltması en doğru olanıdır. Eğer onlar bu erdemi sergileyemezlerse, Cumhurbaşkanının AK Parti Afyonkarahisar kampında dediği gibi "Değişimi, millet sandıkta yapar"