Bayramın birinci günü, Bozkır İlçesi’nin Sorkun Mahallesi, Heseli Yaylası’nda bulunan terk edilmiş bir mermer ocağında biriken suda iki çocuk boğularak hayatını kaybetmesi, bölge insanın yüreğini yaktı.
Şimdi sormak istiyorum. Denetimsizlik, başıboşluk nereye kadar? Bunun sınırı neresidir? Mesela İki kişinin ölmesi henüz o sınırın alt mertebesi midir? Mesela 10 kişinin falan ölmesi durumunda mı tedbir alınacak, denetim yapılacak, başıbozukluktan o zaman kurtulunulacaktır?
Bu tür olaylar olduktan sonra mı tedbir alınacaktır? İşletme sahipleri insan ölümlerinden sonra mı sorgulanacak, onlara bu tür olayların akabinde mi cezalar kesilecektir? Hangi kalkınma düzeyine ulaşalım ki, insan hayatı da değerlenmiş olsun, kontrol çalışmaları hızlansın, denetimler artırılsın? İnsan öldükten sonra yapılan denetim ve verilen cezalar bizi varmak istediğimiz medeniyet hedefine ulaştırabilir mi?
Ölmeden tedbir alarak ulaşabileceğimiz merhalelere, öldükten sonra ulaşama imkânımızın kalmadığını öğrenmemiz gerekiyor.
Biz bu hale nasıl ve ne ara geldik?
“Bir anne o kadar evlada bakar da, o kadar evlat bir anneye bakamaz.”
Modern çağın insana yaklaşımı Anadolu’nun aile anlayışını her geçen gün biraz daha dinamitliyor. İnsanlar arasındaki ilişkiler, aileler arasındaki ilişkiler her geçen gün yok oluyor. Kardeşin kardeşe yabancı olduğu, evlatların atalarına yabancılaştığı çağı yaşıyoruz.
Birkaç yıl önce başkalarından duyduğumuz; “annesini babasını huzur evine gönderdi” “Anne ve babasına ayrı ev ve bakıcı tutup baktırıyor”, “vefasız evlat anne babasını unuttu” gibi laflar alıştık artık. Bu durum artık toplumun normal yaşam şekli haline geldi.
Ne acı değil mi?
Peygamber (Sav) efendimizin “Cennet Anaların ayağının altıda” hadisi şerifi rehber edinen toplumdan hızla uzaklaşarak, bahsettiğimiz ve yaşam şekline alıştığımız zamanımızın toplum yapısına ulaştık. İslami hassasiyetlerimizi kaybettikten sonra, anne ve babasının yüzüne dahi bakmaz hale geldik, evimize dahi almayarak büyük mesafeler kat ettik?
Çağdaşlıkta(!) sınır tanımıyoruz maalesef.
Babamın anlattığı ibret verici güzel bir hikâye ile bitirmek isterim.
Anadolu’da bir ilk bahar günü, yaşı küçük olan oğlunu at arabasına bindirip tarlaya götüren babaya çocuk, hayatında ilk kez gördüğü leylekleri göstererek sorar: Baba onlar ne? Baba şefkati ile bıkmadan usanmadan cevap verir. Cevabı da hep aynıdır.
“Onlar leylek oğlum.”
Zamanla roller değişir ve baba yaşlanır ve gözleri de az görmeye başlar. Evlat da büyür, çoluk çocuğa karışır.
Yine bir ilk bahar sabahı, bu defa oğul babayı at arabasına bindirip gezdirmeye çıkarır. Tarlaya varırlar. Bu defa da, gözleri bulanık görmeye başlayan baba sorar:
“Oğlum onlar ne?
“Leylek baba.” “
İkinci kez sorar baba:
“Oğlum onlar ne?”
“Leylek baba”
Üçüncü kez sorar baba:
“Oğlum onlar ne
“Leylek baba leylek, kör olası leylek…!”
Başka kıssaya gerek var mı?