Bugünlerde iyice sıcaklaşan "Kürt Açılımı" projelerini değerlendirir, tartışmalara katılırken Derecik Taburu katliamını hiç unutmayın.Derecik taburu katliamı münferit bir olay değildir. O topraklarda devletin yıllar yılı sistematik bir şekilde uyguladığı baskı ve zulüm politikasının şans eseri açığa çıkarılabilen bir örneğidir yalnızca.
Mesela, aranızdan kaçı bundan 8 yıl önceki Akkise olayını hatırlıyor? Kafasının tası atan jandarma komutanının belde meydanında masanın üstüne çıkıp meydanda toplanan köylüleri kaleşnikof ile tarayışını hatırlayanız var mı? Yoktur, çünkü devletin zulüm yaptığı, işkence ettiği, adam öldürdüğü her zaman olduğu gibi, o olayda da Demirel gibi birileri "Devlet vatandaşını öldürmez" demiş ve olay örtbas edilmişti.
PKK ile savaş 25 yıldır bitmediyse, PKK'lılar öldür öldür tükenmediyse, işte Derecik Taburu Katliamı gibi, Akkise olayı gibi olaylar yüzünden tükenmedi. Asker bir öldürdüyse yerine 3 genç dağa çıktı. Köyleri yakılan, köy meydanlarında meydan dayağı atılan, pislik yedirilen, dipçiklenen; yakınları jandarma karakollarında yok edilen, kurşuna dizilen, işkence edilen, Diyarbakır Cezaevi'nde cayır cayır yakılan insanlar bu cehennemde yaşamaktansa ölümle kucaklaşmak üzere dağlara koştular.
Şimdi, gündemde olan "Kürt Açılımı"nı tartışırken bunu sakın unutmayın.
PKK'lılar sizin de bir yakınınızı şehit etmiş olabilir; sizin de canınız yanmış olabilir estirdikleri terörden. Onları belki affedemeyebilirsiniz. Ama anlamaya çalışmalısınız. Eğer ceza hukukunda ağır tahrik diye bir kavram varsa, bu en fazla dağdaki PKK'lılar için geçerlidir. Derecik'te olup bitenlerden daha ağır tahrik olabilir mi? Bir insanın gözünün dönüp her şeyi göze alarak silaha sarılması için daha başka ne yapılabilirdi?
O yüzden de diyorum ki, bugünlerde Kürt Açılımı tartışmaları içinde birileri aftan söz ettiğinde, "Vay, devlete isyan eden silah çeken affedilir mi?" demeden önce, o devletin bu halkı isyan ettirmek için elinden geleni ardına koymadığını da hesaba katın.
Ya da açılım tartışmaları içinde söz PKK'nın siyasallaşmasına geldiğinde; yani Kürtler şu malum suçlayıcı klişe ile söyleyecek olursak, etnik siyaset yapma haklarını güvenceye almak istediklerinde, "Etnik siyasete izin verilemez" diye karşı çıkmadan önce düşünün: Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca gerek devlet bürokrasisinin gerek iktidardaki bütün partilerin Kürtler'e karşı etnik siyaset yaptığını unutmayın. Peki şimdi, başlarına ne geldiyse etnisiteleri yüzünden gelen bu insanların etnik kimliklerini unutup kimlik siyasetini terk etmelerini nasıl bekleriz? Dağlarında hâlâ "Ne mutlu Türküm diyene" yazan bir ülkede etnik siyaset yasağı koymaya kalkmanın, hakim etnisitenin baskı ve asimilasyon politikasının sürmesini istemekten başka anlamı olabilir mi?
Yine, özerklik veya federasyon lafları duyduğunuzda, "Yani ayrılmak mı istiyorlar?" diye hop oturup hop kalkmadan önce, kendinizi dipçikle karnındaki bebeği öldürülen, komşusu gözünün önünde canlı canlı ateşe atılan köylülerin yerine koyun. Anlatılanlar, Yunan ordusunun Ege köylerinde yaptıkları mezalime ne kadar çok benziyor değil mi? Ya da Ermeni tehciri sırasında yaşananlara? O köylülerin kendilerine bu mezalimi yapan devleti kendi devletleri gibi görmeleri mümkün mü? Yaşanan bunca deneyden sonra bu devletin bölgedeki memurlarına, müdürlerine, jandarmasına, komutanına güvenmelerini nasıl bekleyebiliriz? Onların "Birlikte yaşayalım ama bizim belli bir özerkliğimiz olsun; kendi yerel meclisimizi kuralım, yerel yöneticilerimizi kendimiz seçelim" demelerini nasıl yadırgarız?
Bizim okurken tüylerimizi ürperten olayları bizzat yaşayan o insanların devlete güvenmeme hakkı vardır. Varlığını, kimliğini, can güvenliğini güvence altına almak için sözler ve iyi niyet beyanları dışında kurumsal ve anayasal güvencelere ihtiyacı vardır.
Bunu anlayışla karşılamalıyız.
Yarın öbür gün Türkiye'de demokratik ve şeffaf bir devlet yapısı kurmayı başardığımızda, onların da devlete karşı duyguları değişecek elbet. Ama bunun kolay bir iş olmadığını, Kürtler'in devlete yeniden güven duymasının çok zaman alacağını kabul etmemiz gerek.
Bugün empati kurma günü... Karşımızda onuru kırılmış, çok zulüm görmüş, çok acı çekmiş yaralı bir halk var. Biz Türkler olarak devletin Kürtler'e yaptığı zulmün önüne geçmeyi başaramadık. Çoğumuz sadece seyrettik, kimilerimiz denedik, onlarla birlikte acı çektik ama zulmü önleyemedik.
Ama hiç değilse şimdi bir şey yapabiliriz: Bize öğretilen bütün klişeleri elimizin tersiyle itip Kürtler'in taleplerini anlamaya çalışabilir, her şeye yeniden taze bir bakışla bakabilir, bu yaralı halkın ayağa kalkması için elimizi uzatabiliriz.
Gülay Göktürk - Bugün