Devlet güvenlik hafızasını kaybetti

Salih Yılmaz

AK Parti, 2002 yılında iktidara geldiği andan itibaren tüm ülkede birlik, beraberlik, barış, huzur, demokrasi, insan hakları konusunda büyük hassasiyet gösterdi. Bu çabaları 2009 yılında kadar önemli bir cevap buldu. Fakat ne olduysa 2009 yılından itibaren bir el özellikle PKK’nın Güneydoğuda tüm kontrolü ele geçirmesine, polisi ve askeri etkisiz hale getirmesine neden oldu. Devletin polisine tokat atanı mı, alenen küfredeni mi, HDP gibi açıkça kargaşa ve terör çığırtkanlığı yapanı mı ne ararsanız devlet ses çıkaramaz hale getirildi. Hatta çıkaranları da suçladık. Gelinen noktada PKK ve alt kadroları Güneydoğuda yol kontrolü yapmaya, vergi toplamaya ve hatta siyaseten milli eğitim müdürü, kaymakam atamaya bile başladı. Peki, bunlar nasıl oldu? Bunların nasıl olduğunu biz belki de yeni anladık. Şöyle ki:

Fetullah Gülen Cemaati dediğimiz ve sonradan ülkenin temeline dinamit koyduğunu anladığımız Paralel Örgüt; Darbe Planları, Ergenekon vd. davaları bahane ederek devletin güvenlik birimlerini ele geçirdi. Darbe yaptığı bilinen kişilerin yanına kendisine karşı olan tüm asker ve polisi de ekleyerek herkesi suçlu ilan etti. Böylece Güneydoğuda ve ülkede ordunun yönetici kademeleri ve polis teşkilatı deneyimsiz ve tecrübesiz kişilere telsim edildi. Devlet güvenlik hafızasını kaybetti. Bu hafıza kaybını iyi değerlendiren PKK, Güneydoğuda tüm idareyi kendi eline aldı. 7 Haziran seçimlerinde malum olduğu üzere Güneydoğuda AK Parti oyları inanılmaz bir düşüş gösterdi. Birçok kişi AK Partinin yaptığı onca yatırıma ve demokratikleşme çabasına rağmen verilen oyları nankörlük olarak değerlendirdi. Fakat gerçek böyle değildi. Çünkü Güneydoğudaki Kürtler yapılan onca yatırıma ve demokratik haklara karşı AK Partiye destek olmak istediler. Fakat başta sandık olmak üzere oturdukları yerlerde devlet kendilerini koruyamadı. AK Partinin sandık başına atadığı görevliler bile korkudan sandıkları terk ettiler. Yani devlet ve hükümet 2009’dan itibaren Kürtleri PKK’dan koruyamadı. O nedenle oy ver (e) meyen Kürtleri nankör olarak tasvir etmemiz doğru bir yaklaşım değildir. Devlet otoritesinin olmadığı yerlerde otoriteyi başkaları doldurur. PKK, Çözüm Sürecini de bahane ederek tüm ülkede Kürtlerin yaşadığı bölgelerde devletin boşluklarını doldurmuştur.

 

AK Parti içerisinde Çözüm Sürecini mimarları olarak bilinen yöneticiler 2002-2009 yılları arasında önemli işler başardılar. Fakat ne olduysa 2009’dan sonra PKK ve ayrılıkçı fikirleri bilindiği halde bir kısım insanlar devletin önemli kademelerinde görev almaya başladılar. Bu görevlendirmelere itiraz edenler bir şekilde bertaraf edildi. Bir kısım yöneticilerin PKK’nın Güneydoğuda etkinlik kazanmasına bilerek göz yummaları gözlerden kaçtı. Ve ben iddia ediyorum ki PKK’ya Çözüm Süreci bahanesiyle etkinlik alanı kazandıranlar hala en üst düzeydeler. Bu kişiler hem Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ı hem de Başbakan Sayın Ahmet DAVUTOĞLU’nu yanlış yönlendirmeye devam ediyorlar. Bu kişilerin etkinlikleri sonucunda AK Partinin Güneydoğu teşkilatlarının da PKK’nın eline geçtiğini söyleyebiliriz. Bu kişiler bir şekilde üst kademede görev almayı başardılar. Şimdi de Güneydoğu’da olanlardan hiç sorumlu değillermiş gibi tüm sorumluluğu Köşk’e ve Sayın ERDOĞAN’a atma çabası içerisine giriyorlar.

 

Bu kişilerin etkinliği sona ermediği sürece bizler hem ülke olarak hem de parti olarak bir karmaşa yaşayacağız gibi gözüküyor. Aklıselim davranıp devlette ve parti yönetiminde yenilik yapma zamanı gelmiştir. Çözüm Süreci devam etmelidir. Fakat bu süreçte PKK’ya yaşama imkânı verilmemelidir. Kürtleri PKK’dan koruyamadığımız sürece sızlanmanın, bahane aramanın ve suçlu olarak Kürtleri görmenin bir anlamı yok.

 

Türkiye gelinen süreçte tüm Dünyanın takdirini kazanmış bir devlettir. Dünyanın en gelişmiş 20 büyük ekonomisi içerisindedir. Demokrasisi de ben iddia ediyorum ki Amerika’dan da Avrupa’dan da ileridedir. Fakat demokrasimizi daha da güçlendirmek istiyorsak demokrasiyi kötü emelleri için kullananlara gerekli cevabı verme zamanı gelmiştir. Düşünün ki bir eğitim sendikası genel merkezinde teröristleri saklasın ve hala faaliyetlerine devam etsin. Türkiye gibi bir büyük devlete bu güvenlik zafiyetleri yakışmıyor. Bu tür sendika, dernek veya oluşumların hızlı biçimde kapatılması gereklidir. Aynı şekilde Paralel yapıyla bağını bildiğimiz birçok kuruluş hala faaliyetlerine devam etmektedir. Devlet eğer teröristlerle mücadelesinde kalıcı çözümler istiyorsa öncelikle bunların lojistik destek aldığı kurum, kuruluş, kişi ve bölgeleri yok etmeli, kurutmalıdır.

 

Dünyanın hiçbir ülkesinde terörü açıkça destekleyen bir parti faaliyetlerine devam edemez. 20 gelişmiş ülkenin hiçbirisinde bir insan elinde silahla veya molotof kokteyli ile sokakta gezemez. Gezer ise en ağır cezayı görür. Artık demokrasimizi kötü kullananlara karşı korumamızın vakti gelmiş de geçiyor bile….Çünkü devlete her bulduğu fırsatta silah sıkan, yakan yıkan tehdit eden parti, oluşum, grup veya insanlar demokrasimizi zayıflatıyor. Asker ve polise fazla hareket alanı vermek ülkemizi otoriter yapmaz. Tam tersine daha güvenli yapar. Yeterki yöneticilerinizi ve akil adamlarınızı iyi seçin.

 

Devlette ve partide en üst düzey yöneticiler başta olmak üzere Güneydoğu’da veya ülkemizin diğer bölgelerinde teşkilatlara veya halka PKK’nın ve Paralelin zararı anlatılmamıştır. Hatta bunlarla mücadele eden vekil sayısı bile elle sayılır niteliktedir. Terör ile mücadele sadece asker ve polisle olur mu? Milletvekilleri, parti teşkilatları, üst düzey yöneticiler mücadelede etkisiz olursa sonuç da etkisiz olur.

 

Başbakan Sayın DAVUTOĞLU’nun da belirttiği gibi: “Biz sürekli silahsızlanma çağrısında bulunduk bu unsurlar bir yandan baskısını artırarak ve Türkiye’yi tehdit eder bir üsluba yöneldiler. Biz Çözüm Sürecine desteğimizden taviz vermeyeceğiz. Muhatabımız millet olacak. Kamu düzenine karşı kim olursa olsun tavrımızı ortaya koyacağız.” Politikası kapsamında barış isteyenlerle sonuna kadar yola devam edilmelidir. Fakat barışı kötü amaçları için araç olarak kullananlara ve devlet ile alay edenlere polis ve askerin güçlü müdahalesine de izin verilmelidir.

 

Son söz: Artık devlet kendisine atılan molotofa su sıkarak mücadele etmekten vazgeçsin. Polise ve askere gerekli destek ve izin verilsin. Teröristi ve terörizmi kınamaktan, mücadele etmekten çekinenler, korkanlar lütfen işgal ettikleri makamları terk etsin.