Önceki gün Türkiye gündemiyle yakından ilgili bir konferanstaydım.
Konferansı İnsan ve Kültür Vakfı tertip ediyordu.
Konusu, “Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü”.
Yani son zamanlarda en çok ihtiyaç duyduğumuz iki şey konun ana hatlarını oluşturuyordu.
Demokrasi…
Hukukun üstünlüğü…
Ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi gerçek demokrasiye ve gerçek anlamda hukukun üstünlüğüne.
Türkiye’de her kişi ve kurumun ihtiyacı var demokrasiye ve hukuka, ancak herkesin kendi için demokrasi, kendi için hukuk istemesi bu iki kavramın da içinin boşalmasını doğuruyor.
Çünkü Türkiye’de siyasiler partinin başına geçinceye kadar parti içi demokrasiyi isterler, parti içi demokrasiyi savunurlar ancak, partinin başına geçtikten sonra ise lider sultasıdır yaşanan.
Çünkü Türkiye’de siyasiler parlamenter demokrasiye inandıklarını söylerler, ancak parlamentoda çoğunluğu sağlayamıyorlarsa, zinde güçlerin demokrasiyi düzene sokmasına hiç itiraz etmezler.
Çünkü Türkiye’de insanlar kendi için hukuk, kendi için demokrasiye hep vardırlar, başkaları için demokrasi ve başkaları için hukuk söz konusu oldu mu demokrasi ve hukuk düşmanı olurlar.
****
Gelelim konferansa...
Konferansı veren kişi, bir zamanlar doğup büyüdüğüm yerin, yani Akşehir’in savcılığını da yapmış, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk.
Kendisi aynı zamanda Taşkentli.
Söyledikleriyle her zaman olay yaratmış bir isim.
Yargıtay’ın açılışında yaptığı manifesto niteliğindeki konuşma hala belleğimizde.
Sami Selçuk bu konferansında da çok mühim konulara parmak bastı.
Türkiye’deki siyasi tıkanıklığın, kilidin açılması için çözüm önerileri getirdi.
Ona göre yapılması gereken ilk şey, bireye karşı devleti değil, devlete karşı bireyi koruyan bir hukuk anlayışının hâkim kılınması.
Ancak Türk hukuk sistemi buna cevaz verecek bir yapıda değil Sami Selçuk’a göre.
Sorun hâkimlerin, ya da savcıların niyetlerinin ne olduğu değil, hukuk sistemimizin devlet- birey anlayışı.
Devletin bireye bakışı…
Anglo sakson geleneğe vurgu yapıyor bu noktada Selçuk.
Ve hukukumuzun sıkıntılarını, çözüm önerilerini birkaç cümlede özetliyor:
Anglo sakson ülkelerinde, mahkemelerde jüri vardır ve jüri halktan seçilir.
Yani katılımcı bir boyut vardır bu geleneğin hukuk anlayışında.
Batı demokrasinin en önemli özelliği katılımcı olması ve bunu hukuka da yansıtmasıdır.
Batı demokrasisinde hukuku toplum yaratır, biz de ise, Kara Avrupa’sında olduğu gibi hukuku devlet yaratır.
Ama Kara Avrupa’sı da buna bir çözüm bulmuş ve hukuk sistemlerini tesis ederken bizden farklı davranarak yıllarca üzerinde çalışmışlardır.
Bütün sorun da buradadır aslında.
Bizde hukuk gizli yapılır, Avrupa da ise kamuoyuna açılarak yapılır
İsviçre’de hukuk kırk yılda, İspanya’da ise 37 yılda yapılmıştır.
Bizim son ceza yasamız sadece ve sadece 57 oturumda yapılmıştır.
Yani elli yedi kere oturarak yapmışlardır bizim hukukçularımız yasamız.
Halk bunun neresinde, tabii ki hiçbir yerinde.
Çünkü bizdeki cumhuriyet savcısıdır, oradaki savcılar ise kamu savcısı.
Yani eskiden bizde olduğu gibi müddei umumidir orada savcının adı.
Savcı umumun, halkın iddiacısıdır”
Evet, Sami Selçuk meselesinin özünü son cümlede anlatmıştır aslında.
Devlet mi umum mu?
Gerilimin, siyasi tıkanıklığın sebebi de çözümü de bu soru da gizlidir..
İkisinin arasındaki uyumu ve dengeyi nasıl kuracağımızdadır çözüm.
Hem kamu hem devlet için hukukun ve demokrasinin yeniden tesisidir.