Nice ihlas sahibi vardır ki ağlar, sızlar, dua eder. Duasındaki ihlas dumanı da göğe kadar gider.
Suçluların sızlanmasından bir öd ağacı kokusu, bu güzelim gök kubbenin ta yücelerine kadar varır.
Bunun üzerine melekler Tanrı’ya sızlanmaya başlarlar: Ey her duayı kabul eden, ey sığınılan Tanrı! Mümin kulun yalvarmada. Onun senden başka dayandığı yok. Sen yabancılara bile ihsanda bulunursun. Her iştah sahibi, dileğini senden diler.
Tanrı buyurur ki: bu onu horlamak için değil. Ona geç ihsan etmem, onun faydasınadır.
İhtiyacı onu gafletten ayılttı, bana çevirdi; saçından tuttu, çeke, çeke benim tarafıma getirdi.
Dileğini verirsem yine döner, o oyuncağa kapılır gaflete gark olur gider. Gerçi ey sığınılan en düşkünlere yardım eden Tanrı diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp sızlanmada ama koy ağlasın, sızlasın. Bana onun sesi hoş gelmede. O yarabbi demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor.
Dudu kuşlarıyla bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar.
Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir. Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir delikanlı olsa.
İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al der, ihtiyara verir. Öbür boyu posu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir.
Der ki: bir zamancağız bekle hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar.
O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi. Böyle , böyle onu geciktirir, oyalar gizli bir yoldan avlamaya başlar. Benim seninle bir müddet işim var. Ey dünya güzeli, bekle hele der.
İşte müminlerin, iyiden, kötüden bir murada hemencecik nail olamamaları iyice bil ki bu yüzdendir.Mesnevi.VI.4217-4236
Dua Yaratıcıyla kurduğumuz en samimi bağlardan biridir. Her şeyden önce orada bizim dileklerimizi verecek birisi olduğuna dair sağlam bir kanaate işarettir. Öncelikle O'nun varlığına iman vardır. Sonra da O'nun gücüne kudretine, istenen her şeyin yegane sahibi olduğuna.
İstemek nefsin hoşlanmadığı bir eylemdir. İstemek nefse zül gelir, ağır gelir. Nefs de bir bakıma Tanrıyla rekabet ettiği için sana isteme, kendin çalış, çabala, kazan, kendi emeğinle uğraşınla elde et der. Sen insansın, aklın var, fikrin var, dişinle tırnağınla kazıp geldin bugüne, diğer pespayeler gibi salya sümük dilencilik sana yakışmaz der. Böyle der ancak dağları taşları aştığını düşünen insan, günün birinde bakar ki bir arpa boyu bile yol almamış. Bir küçük huyunu,tabiatını bile değiştirecek gücü yok. Mevsimlere, zamana hükmedemiyor. Eninde sonunda kendisi için kazılan çukurdan kurtulamayacak.
Nefsini bir kenara itebilecek güce eriştikten sonra insan, ancak ellerini açabilir. Yani dua edebilmek de ilkel insanın yapabileceği iş değildir. Olgunluk ister. Nefsin boyunduruğundan kurtulma becerisi gerektirir. Yeni yetme bir çocuk mu daha çok dua eder, beli bükülmüş bir ihtiyar mı? Çocuk her şeyi kendi yapmak ister, ihtiyarsa aczini çoktan keşfetmiştir.
Peki neden her istenen ve hem de acilen verilmez derseniz? Yukarıdaki satırlar bunun nedenselliğini anlatıyor işte. O'na ne kadar çok yakınsanız sizi o kadar çok kendisiyle meşgul ediyor. Yanında yöresinde dolaşmanızı istiyor. Seven sevdiğini göz önünde ister. Seven sevdiğini kıskanır. Kendisinden çok başkasıyla vakit geçirmesinden rahatsız olur. Onu kendisine bağlı tutacak sebepler oluşturur. Sevmek ve sevilmek ayrılığı gayrılığı kaldırmaz.
Boynumuza takılmış sevgi yuları bizi kendisine çeker de çeker.
Bize huzur ve afiyet vermesini dileyelim. Belalara,sıkıntılara gücümüzün yetmeyeceği imtihanlara uğratmasın. Nefsimizin boynuna kademini bassın.
Biz de biliyoruz ki sevilenin hasetçisi çoktur. Gül dikenlidir. İnsanın başına gelen sahip oldukları yüzündendir. Tilki postu yüzünden avlanır.
Niyazımız yine O'na. Biz insanız,aciziz, bizi ağır imtihanlara düçar etme. Senin yakınlığını, sevgini ve olabileceklerden dolayı da yine senin koruyup gözetmeni yine senden dileriz.
Bize acı. Bize mağfiret et. Sen Rahmansın. Rahimsin Ya Rabbi.