Ünlü sosyolog P. Sorokin’e göre toplumlar, seküler değerler sisteminden aşkın, ruhani değerler sistemine doğru çevrimsel bir gelişim tarihi izlerler. Geçen yüzyılda olduğu gibi, tepeden baskılarla toplumların hayatında dine rağmenlik yaşanabilir. Fakat toplumların tarihinde kutsalla ilişki tabii seyir ve normal dönemlerin akabinde yeniden canlanma gösterir.
Neden?
Çünkü insanın hayatını anlamlandıran tek şey dindir. Onun dışında hayata anlam katan başka bir şey yoktur. Biz bunu Doğu Bloğu ülkelerinde ve geçmiş Sovyet sisteminde çok iyi mütalaa ettik, gördük. 70 sene dine rağmen bir hayat yaşama telakkisi üzerine inşa edilmiş bu sistemin değişimine bütün bir dünya şahitlik etmiştir. Adeta Karl Marks, Aziz Vlademir tarafından tahtından indirilmiştir.
Demek ki toplumların hayatında seküler teoriler ve sekülerleştirme çabaları kalıcı olmuyor. Yani insanın tek bir madde boyutu -tabir-i caizse- tek bir çamur boyutu yok; bir de manevi boyutu var. İnsanın hayatını ne kadar kontrollü hale getirirseniz getirin, beşeri ihtiyaçlar noktasında hayatını ne kadar düzene sokarsanız sokun yine de insan mutlu olmak, bir yerlerden tatmin olmak istiyor. Bu tatmin araçları farklı olabiliyor. Belirli bir süreçte sanatla, edebiyatla, güzel sanatlarla vs. insanlar uğraşıyor. Ama asıl hayatını anlamlandıran şeyi, bir türlü bulamıyor. İşte asıl onu sağlayacak olan aşkın bir varlıkla bağ kurmaktır. Gönüller, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. Eğer hidayet öykülerine bakarsak, çoğu mühtediye niçin Müslüman oldun sorusu sorulmuş. Çoğu, kendimi güvende hissetmek için, cevabını vermiştir. Din, güvenlik arayışıdır. Din, insanın kendisiyle barışık olmasını sağlar.
80’li yıllarda bütün bir dünyaya baktığımız zaman seküler teorilerin iflas ettiğini görürüz. Mesela Amerika’ya bakalım; orada evanjelist yani Hıristiyan-Protestan hareketlerinde bir canlanma var. Uzak Doğu ülkelerine yani Hint Alt Kıtasına baktığımız zaman bir Hint düşüncesinde Konfüçyüs, Buda, Budizm vs. gibi kendisini din olarak sunan felsefi anlayış ve görüşlerde bile bir canlanma söz konusudur. Hakeza İslam dünyasına baktığımız zaman biz yine dini hayatta bir canlanmayı müşahede ediyoruz. Bu durum tespiti şunu gösteriyor ki, seküler bir duruş bütün zaman için geçerli bir duruş değildir.
Son yıllarda bizim ülkemizde de insanımızın dindarlık düzeyini ölçmeler yoğunluk kazanmıştır. Bir takım vakıflar ve sivil toplum kuruluşları bunu yapıyor. Bu sivil oluşumlar, Dünya ve Türkiye Ölçeğinde Dindarlaşma Süreçleri Nedir? gibi konularla ilgili alan çalışmaları yaptırıyorlar. Bu çalışmalara baktığımız zaman, dinin yükselen bir değer olduğu sonucu ortaya çıkıyor.
Geçmiş dönemlerde din denilince sadece fakirlerin, yoksulların, kapıcıların sığınağı olarak tanımlanıyor, dindarlara müstehzi bir edayla bakılıyordu. Ama son yıllarda yapılan alan çalışmaları bunun böyle olmadığını, dinin sadece yoksulların, kapıcıların, köylülerin bir sığınağı değil, kentsoyluların da bir sığınağı olduğunu gösteriyor. Örneğin, ramazan ayı geldiği zaman kendisini modern bir tanıma oturtan çevrelerde oruç tutmalar, iftar vermeler, yardımlar, teravih namazına katılmalar hatta umreye, hacca gitmelerde, bir artış gözleniyor. Bu gelişmeler dipten kopan dalgalara benziyor.
Sosyolog Nur Vergin’in İslam Kenti Kuşatırken diye bir makalesini okumuştum. Zihnimde kaldığına göre Vergin, bir Ramazan ayında sahurda baktım ki seçkinlerin, zenginlerin yaşadığı mahallelerdeki gökdelenlerde sahur vakti ışıklarının yandığını gördüm. Demek ki bu din sadece kapıcıların, fakirlerin, yoksulların sığınağı değil kentsoyluların da sığınağı diyordu.
Bilindiği gibi dindarlaşmayı tespitte birçok ölçek kullanılıyor. TESEV’in Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset çevresinde muhtelif zamanlarda yaptırdığı alan araştırmalarının sonuçlarına bakarsak, toplumumuzun hayatında din gerçeğinin vazgeçilmez bir olgu olduğu görülür. O halde bütün bir dünyada din bağlamında gel-gitler yaşanabilir. Ama birey ve toplumların hayatında dine rağmen bir yaşam biçimi kalıcı olarak görülmemektedir. Çünkü hayata anlam katan dindir. İnsan ancak kendi kutsalı, kendi mukaddesi, kendi moral değerleriyle ayakta durabilir. Toplumlar da böyle…