Elbette din kimsenin tekelinde değildir. İslam’da ruhbanlık yoktur, dini öğrenmek, onu yaşamak ve onu anlatmak da bir grubun tekelinde değildir. Ancak dinin doğru anlaşılması ve doğru anlatılması için belli bir alt yapının olması gerekir. Bu yüzden Ey insanlar diye genel çağrıları tekrarlayan Kur’ân’da ilim adamları/ ülü’l- emr/ülü’l ilim, ulema -yani temel kaynaklarına inerek dini doğru anlayanlar, belli alt yapıya sahip olanlar- gibi özel ifadeler yer alır.
Dini yanlış yorumlayan ve yanlış anlatanları uyaran pek çok ayet yer alır Kur’ân’da:
Dininizi Allah’a siz mi öğretiyorsunuz? (49/16)
İnsanlardan bir kısmı Allah’a, bir kenarından ibadet ederler…(22/11)
Siz, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?(2/85)
Onlar, elleriyle yazıp (2/79) Allah’ın ayetlerini tahrif edip değiştiriyorlar…(2/75, 4/46, 5/13, 41)
Eğer doğru iseniz getirin delilinizi bakalım! (2/111)
İnsanların bir kısmı da Allah hakkında bilgisizce, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı/belgesi olmadan Allah hakkında tartışır durur… (22/8)
Günümüzde sonradan hidayete emiş, fakat dini alt yapısı olmayan insanlar dini anlatma hakkında daha cesur olabiliyorlar ve pek çok insan da dini onlardan öğrenme arzusu içerisine girebiliyorlar. Elbette değişik konum, makam mansıp sahibi insanların hidayete ermeleri son derece güzel bir şey! Takdir ve tebrike şayandır. Elbette Yüce Allah, herkese hak ettiğinden fazlasını verecektir.
Ancak bu gerçek, temel dini bilgilerden mahrum, dinin temel kaynaklarını okuyup anlayamayan insanların din hakkında ahkâm kesmelerini haklı göstermez. Peygamberimize salâvat cümlesinin doğru dürüst söyleyemeyen, Ya Rasulallah mı yoksa Ya Rasulullah mı diyeceğini ayırt edemeyen, bir ayet yahut hadis cümlesini doğru bir şekilde telaffuz edemeyen, ayet ve hadisin ne olduğunu bilemeyen, Allahımız bir hadisinde şöyle buyuruyor, peygamberimiz bir ayetinde diyor ki gibi ifadeleri bilinçsizce kullanabilen, ezanı bir müzik parçası okur gibi okurken cümlelerini eğip büken kimseler din hakkın konuşurken biraz daha hadlerini bilmeleri gerekir.
Öte yandan sonradan hidayete erenlere, hele bir de Avrupalı olursa, bizde ayrı bir ilgi vardır. Hayatı boyunca günahın her çeşidini deneyip hidayete eren birini gördüğümüzde, yılları İslam’ı öğrenme ve yaşama içerisinde geçmiş Müslümanları gözümüz görmez oluveriyor. Sanki insanlar yanında itibar sahibi olmak için, ille de bir süre günah-şirk bataklığının içerisinde yüzmek gerek gibi bir yaklaşım sergileniyor!
Oysa Kur’ân, İslam’da ilkleri öne çıkarır, onlara dikkat çeker:
Muhâcirlerden ve Ensârdan İslâm'a girmekte ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Allah onlara, zemininden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur. (9/100)
Kureyş’in ileri gelenlerden bir kısmı Peygamberimize gelerek, yanında bulunan fakir Müslümanları kovmalarını istediler, bunun üzerine şu uyarılar geldi:
Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek, O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluk yok ki, onları kovup da zalimlerden olasın! (6/52)
Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut/ onlarla beraber bulunmağa candan sabret. Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itaat etme. (18/28) Evet onlar fakir kimselerdi, ama onlar ilk günden itibaren Müslüman olmuş kimselerdi. Onlar, dinin temel taşları idiler ve asla dışlanamazlardı.
O halde, İslam’ın içerisinde doğmuş, İslam ile büyümüş, İslamî alt yapıya sahip olan Müslümanlar, bizim öncelikle sahipleneceğimiz, beraber olacağımız kimselerdir. Sonradan hidayete erenlerle beraber olmak, onlara ilgi ve sevgi göstermek, bizim ötekilerini dışlamamızı gerektirmez. Herkesin yeri ayrıdır, onlara da yer vardır, bunlara da. Hele bir de dini öğrenme konusunda çok daha titiz olmamız, bu işe emek vermiş, dirsek çürütmüş ulemamıza başvurmamız kaçınılmazdır. Tabiûn büyüklerinden Muhammed b. Sirin’in şu sözü hayatımız boyunca bizlere düstur olmalıdır: Bu iş din işidir, ihmale- şakaya gelmez! Bu yüzden dininizi kimden aldığınıza/kimden öğrendiğinize dikkat ediniz!