DİN PROGRAMLARI NE KADAR DİNİ?

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Memleket okurları için akla takılan, cevabı merak edilen güncel sorulara cevap verdi. Hocamıza vakit ayırdığı için teşekkür ediyoruz

-Boş söz işitmemekte orucun bir boyutudur. İnsanlar bu konuda nasıl hassasiyet gösterebilir? Bu konudaki tavsiyeleriniz neler? Bu konuyla ilgili örneklendirme yapabilir misiniz?

-İslam’da bütün ibadetlerden amaç, bir Müslüman’ın ahlaki anlamda iyi yönde dönüşümünü sağlamaktır. Bu anlamda oruç da, ahlaki anlamda iyi bir eğiticidir. İnsan sadece duyularına oruç tutturmaz, aynı zamanda duygularına da oruç tutturur. Oruç tutan bir Müslüman dilini, yalan sözden, yalan yere şahitlik yapmaktan, gıybet ve dedikodu çıkarmak gibi günahlardan korumalıdır. Bir tüccar malını satmak için müşteriyi kandırmak adına yalana başvurmamalıdır. Samimi bir arkadaş, sırlarını kendisine güvenerek açtığı bir arkadaş, bu sözü üçüncü şahıslara servis yapmamalıdır.  Sabahtan akşama kadar spor değerlendirmesi ya da yeme-içme üzerine konuşmalar yapılmaz ki. Nitekim bu konulara dikkat çeken Hz. Peygamber (a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kim ki yalan söylemeği ve yalanla amel etmeği bırakmazsa Cenâb-ı Hak o kimsenin yemesini, içmesini, bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat etmez.”. (Buhari, Savm 902).

 Hz. Peygamberden gelen bir başka rivayette de,  Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin ya hayır söylemesi ya da susması öğütlenir.  Bir bilgi vasıtası olan kulak organı, dünya ve ahretimiz için yararlı olan şeylerde kullanılmalıdır. Arkadaş meclislerinde konuşulan yalan sözler ya da müstehcen ifadelere bu kulaklarımız kapalı olmalıdır. Bu kulaklar, başkasının dedikodusunu dinlemek için değil, Allah’a kulluk yolunda dünya ve ahretimize yararlı olan şeyleri dinlemek için bize emanet edilmiştir. Bu sebeple insan, Kur’an’ın “lehve’l-hadîs” (Lokman 31/6) dediği, dünya ve ahretine yararlı olmayan boş sözlerden uzak durmalıdır. Boş söz, Allah’ı anmak ve O’na ibadet etmekten alıkoyacak gece eğlenceleri, maskaralıklar ve boş vermişlik duygusunu derinleştiren her türlü faaliyetleridir.  Ne yazık ki bugün bütün bir dünya gençliği adeta lehve’l-hadîs tüccarlarının ağına düşürülmüştür. Bilhassa İslam ülkelerinde mukaddes değerlerle alay eden kimseler, yaptıklarına kültür ve sanat adını vererek genç kuşakların dinle olan bağlarını koparmak istemektedirler. Bu konularda seçici olmalı, her anlatılan gerçekmiş gibi dinlenilmemelidir.

-TV’deki her dini program faydalı mı?

-Maddi ve manevi manada bir bereket ayı olan Ramazan;  gece ve gündüzü ile adeta ibadetle yoğunlaşılması gereken bir aydır. Bu sebeple, Ramazanda icra edilen televizyonlardaki iftar ve sahur programların niteliklerine, süresine ve seyrine bakıldığında, çoğu program, “toplumu din konusunda sağlıklı bir şekilde aydınlatma” amacından ziyade, toplumun bu kutlu ayda yaşadığı dinî atmosfere ayak uydurma çabasına dönük olduğu görülür. Programlara bir bütün halinde bakıldığında, Kur’an ve sünnetin yansıttığı dine “ayna” olunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Maalesef bu programlarda, ya yaşanması zor bir din anlatımı sunulmakta, ya uydurma rivayetlere yer verilmekte, ya da bir takım kıssa ve menkıbelerden hareketle hükümler bina edilmeye çalışılmaktadır. Keşke, televizyonlardaki dini programlarda danışmanlık yapacak yüksek din eğitimi almış uzmanlar bulundurmuş olsa. Ama buna rağmen, doğru din anlayışını sunmada hassasiyet gösteren televizyon kanalları da vardır.

-Nitelikli dini program nasıl olmalı, kişiler bunun ayrımını nasıl yapmalı?

-Hem bu programın sunucusu ve hem de yapımcıları yüksek ve kaliteli dini eğitim almış kimselerden seçilmelidir. Dini konular ele alınırken, ayetlerin mealleri doğru verilmeli, ayetlerin bağlam ve yorumları arasında mutlaka doğru irtibatlar kurulmalıdır. Görüşlerin temellendirildiği hadisler, sahih rivayetlerden seçilmeli, yine doğru tercüme yapılmalıdır. Kullanılan ayet ve hadislerden genel İslami anlayışlara aykırı sonuçlar çıkarılmamalıdır. Mutlaka dinin kuşatıcı ilkesi göz ardı edilmemeli, şaz görüşler genelleştirilerek verilmemelidir. Din alanında konuşurken; naslara, akl-ı selime, bilimsel gerçeklere aykırı unsurlar içeren asılsız kıssa ya da menkıbelere yer verilmemelidir.  Bu programlarda olabildiğince, İslam’ın akıl-gönül dengesine ilişkin hassasiyetler iyi korunmalıdır.  Toplumun ortak değerleri gözetilmeli, toplumsal dayanışmayı zedeleyici yaklaşımlardan şiddetle uzak durulmalıdır.  Eğer burada saydığımız hususlar dikkate alınırsa, kişiler nitelikli dini programları sunan kanalları çok rahat bir şekilde birbirinden ayırt edebilirler.

-Ramazan içerisinde özellikle kişiler bu tarz programlara çok fazla yöneliyor. Bunun ölçüsü ne olmalı?

-Televizyon, gerçekten büyüleyici bir kutudur. Haber programlarından tutun da reklâmlara varıncaya kadar bazen açık bazen de gizli bir şekilde hedef kitlenin bilinçaltında büyük tesirler meydana getirir. Renkli dünyalar eşliğinde sunulan ve psikolojik etkiler meydana getiren televizyon yayınları, izleyicileri üzerinde farkına varmadan gördükleri yanlışlara inandırılır hale getirilir, şartlandırılır ve ekranda gösterilen kimi sahici olmayan haber, düşünce ve inanç gibi unsurlar insanı yanıltabilir.

Yaşadığımız yüzyılda televizyona karşı çıkmak bir anlam ifade etmemektedir. Aksine, televizyon gibi yayın kuruluşları alanında boşluk bırakmadan yatırım yapmak ve bütün bir insanlığı kurtaracak iyi, güzel ve ahlaki değerler gibi temel ilkelere bağlı yeni bir yayın siyaseti geliştirmek gerekmektedir. Televizyon, kişilik, inançlar ve değerler alanında olumlu ve olumsuz güçlü etkiler meydana getirmektedir. Bilindiği gibi insanların, kodlanabilen ve şifrelenebilen düşünce dünyaları vardır. Birey ya da toplumların bu dünyasının referans sistemlerimiz arasında yer alan Kur’an ve Hz. Peygamberin yaşayan sünneti ve siretiyle kodlanmasını sağlamamız bir insanlık ve İslamlık borcumuzdur. Yüce Allah’ın iradesine uygun bir şifrelemeye dayalı bir yayın politikası, elbette bütün bir insanlık için sadra şifa olacaktır. Yoksa iletişim çağında bu araçların karşısında durmak mümkün değildir.

Elbette sağlıklı ve nitelikli programlar faydalı olmakla birlikte,  Ramazan ayı, bütünüyle televizyon ekranlarına kilitlenip zamanın berheva edileceği bir zaman dilimi değildir. Daha çok ibadete yoğunlaşmak gerekir. Namazıyla, mukabelesiyle, orucuyla, itikâfıyla, zekât ve sadakasıyla, iftar ve sahuruyla, seheriyle, paylaşma ahlakıyla bu aya kilitlenilmelidir.  Çünkü bu ay, bir mekteptir. Bu ayda elde edeceğimiz ahlaki yücelikler, bizi diğer aylara da hazırlayacaktır. Biz dinimizi, ilmiyle amil olan âlimlerden ya da onların yazdığı eserlerden öğrenmeliyiz. Muteber olan din âlimlerinin tefsirleri ve dini kitapları okunmalı, şerhli yorumlu hadis kitapları tercih edilmelidir. Televizyonlarda her ne kadar dini içerikli programlar veriliyorsa da bunlar külli olarak bütün detaylarıyla aktarılması zaman bakımından mümkün değildir.

-Milli Piyango bileti almak, Toto, Loto, iddia vb. şans oyunları oynamanın hükmü nedir?

-Taraflardan bir kimsenin kazanıp diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunları kumar kapsamında değerlendirilip haram kılınmıştır. Zira bir taraf karşılıksız olarak kaybederken, diğer tarafta hak etmeden kazanmaktadır. Buna göre şans faktörüne dayalı olan piyango, toto, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar da kumardır ve haramdır. Bu tür kumarlar geniş kitlelerin iştirak etmesi sebebi ile zararı daha da yaygın olmaktadır. Bu tür oyunların hâsılatından bazı kuruluş ve hayır kurumlarının yararlanması, onları meşru hale getirmez, haramlık hükmünü değiştirmez. Temiz ve helal olan gıda ve gelirlerle beslenip geçinmek Allah’ın emridir.

Haram yollarla her nasılsa elde edilen kazançlar ise sevap beklenmeyerek yoksullara veya hayır kurumlarına verilerek elden çıkarılmalıdır. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki bir kul haramdan mal kazanır ve o maldan (güya) Allah yoluna sarf eder ki; malı kendisine hayırlı olsun... O maldan sa¬daka verir ki; sadakası kabul olsun... Malını sarf edip kendisinden sonraya bırakmaz... Hayır, bu, onun için cehennem ateşini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Cenab-ı Allah kötülüğü kötülükle silmez. Ama kötülüğü iyilikle siler. Murdar, murdarı silmez." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 189)