İslam bilginlerine göre din, akıl sahiplerinin kendi irade ve istekleriyle tercih ettiği bizzat hayrolan ve peygamber tarafından tebliğ edilen şeylere götüren ilahi kurallar bütünüdür. Bu anlamda bir bütün olarak din, insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve varlıkla olan ilişkilerini düzenleyen değerler manzumesidir. Bundan dolayı din insanların iç dünyalarındaki ahenk ve davranışlarının şeklini ve yönünü belirlemede denge sağlayıcı bir role sahiptir.
İnsanın dindarlığı, sosyal ilişkiler bağlamında sürdürülecek davranışlarda kendisini gösterir. Kur’an’da, anne-babaya iyilikle muamele etmek; akraba, yoksul ve yolda kalmışlara maddi yardımda bulunmak; çocukları açlık korkusuyla öldürmemek, zinaya yaklaşmamak, hayâsızlık yapmamak; haksız yere cana kıymamak, yetimlerin mallarına dokunmamak, verilen sözde durmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak gibi emredilen hususlar (Bkz. el-İsrâ 17/23–35), dinin sosyal ilişkilerde görünürlüğünün en önemli temel ilkeleridir. Eğer bir dindarın sosyal ilişkilerinde bir bütün olarak inanç temsil görmüyorsa, böyle bir dindarlığın iyi vasfı tartışma götürür.
Öte yandan bir değerler manzumesi olarak din, sadece bireyin sosyal ilişkilerini değil; bitkiler, hayvanlar ve tabiattan oluşan tüm bir varlık alanıyla ilgili ilişiklilerini de düzenler.
İslami bakış açısında kâinat, kevnî bir âyettir. Nebe Suresi’nin 6. âyetinde vurgulandığı gibi tabiat aynı zamanda insanın bir beşiği gibidir. Bu beşiğin temiz tutulması hayati önem taşımaktadır. Allah varlık alanında her şeyi dengeli olarak yaratmıştır. İnsanoğlu, tabiatın manevi yönünü göz ardı ettiği için, tabiatı hoyratça kullanma ve sömürme adına bu dengenin firari yaşamasına sebebiyet vermektedir.
Kaldı ki dindarlık, sadece insanın Allah’la ilişkisi değil, âlem boyutuyla da çok yakından alakalı olan bir davranış biçimidir. Bu bağlamda dindarlık, insanın iman-davranış temelinde ortaya koyduğu yaşantıyı bir bütün olarak ifade eden çok boyutlu bir olgudur. Dindarlık olgusunda en önemli iki unsur, maneviyatın en derin bir şekilde hissedilmesi ve bunun gündelik hayatta tutum ve davranış haline dönüştürülmesidir.
Dindarlığın şekillenmesine katkı veren birçok unsurdan söz etmek mümkündür. Bunların başında; siyasî, sosyal, iktisadî, coğrafi, bedevî ve hadari şartlar gelmektedir.
Tarih boyunca bu faktörlerden her birisi kendine özgü dindarlık tipolojilerinin oluşumunda etkili olmuştur. Bu dindarlık tipolojileri içerisinde samimi dindarlık tipolojileri olduğu gibi, gayr-i samimi dindarlık tipolojileri de olmuştur. Hatta buna fanatizm ve ölçülü dindarlık düzeylerini de eklemek gerekir.
Şu günlerde olduğu gibi, “dindar nesiller” ya da “dindar toplumlar” gibi kavramları tartışmak yerine, nasıl bir dindarlık ölçüsü? sorusuna cevap aramak gerekir, diye düşünüyorum. Yaşadığımız toplumda akılcı, nascı, menkıbeci, ayakları yere basmayan, ayakları yere basan vb. birçok dindarlık düzeyleri anlatımı yapılıyor. Bunların hangisi doğrudur?
İslam fıtrat dinidir. Her şeyde ölçülü olmayı arar.
Dindarlıklarda kalite sorunu, sadece bu toplumun değil, bütün İslam dünyasının kadim sorunudur. Bir başka açıdan bu aynı zamanda bir ahlak sorunudur. Yaşadığımız toplumda hepimize her gün acı veren olaylara bir bakalım. Dinle, ahlakla yakın bir ilişkisi var mıdır yok mudur? Bu sorulara hayır demek oldukça zordur. Unutmayalım ki, dindar ve ahlaklı nesiller millet olarak tarihsel yürüyüşümüzün çimentosu gibidir. Onun için Diyanet İşleri Başkanlığı vardır. Onun için okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri vardır. Onun için İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri vardır. Onun için camilerimiz, Kur’an kurslarımız, müftülülerimiz vardır.
Velhasılı sorun, dindar oluşta değil, dindarlığın salim ve sakim olup olmadığındadır.
O halde gelin dindarlığın kalitesi üzerinde çalışmalar yapalım.