YENİLEN ADAMDAN SAVUNAN ADAMA
DİRENEN ADAMDAN YENİ TÜRKİYE’YE
“Kimseye dargın değilim. Kırgınlığım yok. Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum…” bu sözlerle idama giden ve Türkiye cumhuriyetine kuruluşundan sonraki en büyük kırılmayı yaşatan Adnan Menderes, tarihin, “yenilen adam” unvanını alan liderlerinden birisidir. Aydınlı zengin bir ailenin ve toprak ağası bir babanın evladı olan Adnan Menderes, o günkü İsmet İnönü iktidarına karşı çıkışında, temel argüman olarak devletin özel mülkiyete karşı uygulamak istediği toprağın Rusya’daki gibi kolhozlaştırılma talebini koymuştu.
Oysa Adnan Menderesin, 1931 yılı seçimlerinde CHP Aydın milletvekili seçilmesinden, 1945 yılındaki ihracına kadar, CHP politikaları ile belirgin bir çatışması gözükmüyor. Tam on dört yıl CHP çatısı altında siyaset yapmış. Toprak ağalarının konsensüsüyle, 1945 yılında toprağın devletleştirilmesine karşı çıkan Adnan Menderes ayrıldığı CHP ye karşı kurduğu Demokrat Partiyle, 1950 yılında yüzde 52 oyla iktidara geldi. İktidara geldiği günden idam sehpasına gittiği ana kadar bu ülkenin vatandaş düzeyindeki en büyük kazanımı olan ve adı anılınca akla gelen tek şey; ezanın Türkçeden aslına yani Arapçaya çevrilmesiydi. Ezandaki bu değişim ve halka ibadetlerde nispeten özgürlük sağlanması, tüm ülkede halkın CHP iktidarına karşı bir zaferi olarak kabul edildi ve kutlandı. Bu zafer ve kutlama tüm tarihçiler tarafından devlet adına bir kırılma olarak kabul edildi. Bu kırılma mücadelesine öncülük eden Adnan Menderes, belki kendisinden değil ama şahsında şekillenen halk yapılanmasından korkan CHP zihniyetinin askeri unsurlarınca devlete küskün olmadığını ve kendisini ipe gönderen devletine saadet temennileriyle idam edildi. Bu hem Adnan Menderes adına hem de sahip çıktığını söylediği halkı adına bir yenilgiydi.
1969 yılında Milli Nizam Partisi ile vitrine çıkan Necmeddin Erbakan ve ekibi, Demokrat Partiye göre çok daha İslamcı ve halkı merkeze alan bir anlayışla yer aldığı siyaset sahnesinde halen olmasına rağmen fiili etkinliğini 2002 yılında kaybetmiştir. Etkinliğini kaybettiğini varsaydığımız yıla kadarki otuz yıllık geçmişiyle Necmeddin Erbakan ve onun şahsında şekillenen hareket, köy köy, mezra mezra gezerek bu milletin ekonomik açıdan daha müreffeh, dini açıdan daha belirgin olması mücadelesini vermiştir. Partinin yaşamış olduğu kapanmalar ve yapmış olduğu isim değişikliklerine rağmen korumaya çalıştığı duruş, “milli ve manevi kalkınma” sloganının etkin ve egemen olmasıydı. Bu duruşun korumaya çalıştığı anlayışın, millet nezdinde her ne kadar anlaşılamamışlık gibi gözüken bir sebeple ilgi eksikliği oluşmuşsa da temelde hareketin İslamcı duruşuyla çarpışan bir devlet derinliğinin olması, harekete yaşam alanları vermemiştir. Kendisini bir taraftan halka anlatan bu yapı, bir taraftan da kurulduğu günden bu yana kendisi ile uğraşan sisteme karşı savunma yaparak enerjisini heba etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyet dönemi siyasi arenasında en fazla resetlemeyi yaşayan bu hareket, iktidarda iken yaşadıkları son kapatılma talebinde liderleri tarafından ortaya koyulan savunma ile sisteme karşı meşruiyet müdafası yapmışlardır. Bu günün tarihçileri Adnan Menderes ve hareketini yenilgiye rağmen CHP zihniyetine karşı bir duruş olarak sunuyorlarsa, yarının tarihçileri de “savunan adam” ve hareketini bu zihniyete karşı bir zafer olarak sunacaklardır. Çünkü “yenilen adamın küllerinden savunan adam, savunan adamın duruşundan da direnen adam” çıkmıştır.
Direnen adamın iktidara geldiği günden bu güne kadar bu ülkenin din sahibi Müslüman halkı adına çok anlamlı şeylerin yapılmadığı aşikâr. Ve bu halk bu durumdan çokta şikâyetçi olmadı. Sanki halk, yaşadığı onca tecrübeyle çözümünü istediği sorunlarından daha önce çözülmesi gereken şeyler olduğunu anlamış, bu yerler çözülmeden kalıcı ve anlamlı kazanımların olamayacağını öğrenmiş gibiydi. Bu tecrübenin ve tecrübenin getirdiği bu sakin ve sabırlı duruşun, halkın İslamcı yönüne zarar verdiğini görmemek mümkün değil. Bunun acı bir durum olduğunu kabul etmek lazım. Fakat halkın duruşunun elleri düdüklü ağalara geçmiş alışkanlıklarını yapma fırsatı vermediğini de görmek gerekir. Buradaki kar zarar dengesinin bireysel savunma ve koruma gücümüzü arttırarak lehimize çevirmemiz mümkün. Evet, iktidardakilerin bireysel imanlarının henüz kamusal İslami bir yansıması olmadı. Ama onlarda, iktidara gelenlerin bireysel imanlarını halkının lehine kamusal etkinliğe taşımaya çalışanlara darbe vuran merkezlere az sorti yapmadılar. Bu sortilerin hem bireylerin inançlarını hem de ideallerini rahatça sergileyebilecekleri bir alan oluşturmayacağını iddia etmek haksızlık olur.
Hem yenilen adamın hem savunan adamın hem de savunan adamın duruşundan çıkan “direnen adam”ların tamamı, bu ülkenin en büyük kırılmasının oluşturduğu çirkin görüntüyü düzeltmek üzere şöyle ya da böyle katkı sağladılar. Umudumuz ve temennimiz bu sürecin direnen adam ve onun etrafındakiler eliyle bu milletin menfaatine sonuçlanmasıdır. Son dönemde isimlerini bolca duyduğumuz karşı cenah, süreci daha nerelere tırmandırır bilinmez. Ama bu milletin Tayyib Erdoğan şahsında şekillenen bu direnişe gösterdiği teveccüh ve ilgiden de umutlanmak lazım. Karşı taraf bu millete bir iyilik yapmak istiyorsa bu iyiliği, yenilmeyi kabul etmeyen, savunmayı anlamsız bulan, direnmenin de fayda vermediğine inananların sayısı artmadan yapmalıdır.