Dış Basın Diyoruz.. Aslında Haberler Taraflı Mı?
Dış Basınla Mücadele Taktikleri
Dış Basınla Mücadele Taktikleri-1
“Dış basın” mücadele edilmesi gereken bir olgudur, ister düşman deyin ister hain, ister bizi abartmakla veya paranoya ile suçlayın. Haber verme özgürlüğü bir yere kadardır, söz konusu belli başlı güçlerin bu coğrafya üzerindeki çıkarları olduğu için eninde sonunda hep “Türkiye aleyhinde” haberler, olur olmadık sudan bahaneler ile tüm dünyaya servis edilecektir.
Bu yüzden devletimiz ne gibi tedbirler almıştır, alacaktır onu bilemeyiz ama, en azından genç basın-yayın-gazetecilik öğrencilerinin kulağına küpe değil de, beyinlerindeki hard-disklere ufak bir klasör açabilir de bir kaç not yapıştırabilirsek ne mutlu bize.
Her şeyden önce şu “yabancı dil” meselesini iyi öğrenmek gerekiyor, öyle tofıl mofıl seviyesinde değil, başka frekansda, başka bir merhalede İngilizce bilmek gerekiyor.
Biz ne koca koca İngiliz edebiyatı profları gördük, Shakespeare’ın kisvesini alır Francis Bacon’a yapıştırır ama BBC’nin Türkiye hakkında geçtiği haberlerdeki ince ayak oyunları üzerinden verdiği “hain” mesajları çözemez.
İşte bu satırları yazarken yine yüreğimiz acıyor, şehit haberleri geliyor. Hemen bakıyoruz nasıl veriliyor dünyaya diye.
Zaten artık devletimizin basın-yayın enformasyon müdürlerine mi anlatalım arzuhalimizi bilemiyoruz, milletçe uyanmamız gereken bir şey var, o da tüm dünya haberlerini “google news”‘dan takip ediyor.
Maalesef ülkemiz hakkında İngilizce yayın yapan o kadar az kuruluş var ki. Biz bu alanda Today’s Zaman’ı başarılı ve hakkaniyetli buluyoruz ama onun dışında google’ın haber bölümünde ülkemize dair haberler hakkında hiç de olumlu olmayan “analizler” geçenler var, kasıtlı ve maksatlı olduklarını biliyoruz.
Şehit haberleri nasıl mı geçiyor tüm dünyaya, BBC işini bildiği için ilk önce o çöreklenir Google News’un tepesine.
Ve tabi kullandığı sözcük üzerinden siyaset yapar muhabiri, basın özgürlüğü zırvalığının arkasına sığınarak. “Türk devlet televizyonun iddiasına göre 8 Türk askeri Kürt isyancılar tarafından öldürülmüş” der. Artık iyice zıvanadan çıktılar. Elbette bu konu önemli çünkü bu satırlar yazıldıktan bir kaç saat sonra, biz teröre lanet okumaya devam ederken yüzlerce haber servisi, tüm dünya genelinde BBC’nin bu haberini kopyalayacak. Artık PKK terör örgütü bile demiyorlar.
Zaten isteseler, haber kaynağı olarak bizim ajanslarımızı veya herhangi bir basın kuruluşumuzu gösterebilir ama inatla “state television” diyor yani devlet televizyonunun verdiği habere göre diyor. Batılı bir okuyucu için zaten “state television” olması bir ülkede o ülke için yeterince “faşist” bir durumdur. Bu sözcüğü seçerken bile Türkiye’ye çamur atmış oluyor oysa istese pek çok “haber ajansımızdan” birini kaynak olarak gösterir.
Gösterir mi? Haşa! Asla öyle bir şey yapmaz. Neden mi, o zaman, ister Cihan, ister Doğan, ister İhlas, ister Anadolu ajansları olsun, herhangi bir “Türk” ajansının tüm dünya genelinden reklamını yapmış olur. Oysa onların dertleri kendi haber ajanslarını tüm dünyada duyurmak.
Peki şimdi şu “isyancı” sözcüğüne ne demeli? Yani “rebel” diyor. Bir kere semantik anlamda rebel sözcüğünün algısı hoştur. Yani dünyadan haberi olmayan yeni yetme bir İngiliz genci “rebel” sözcüğünü okuduğu zaman otomatikman PKK’ya sempati duyacaktır çünkü, “rebel mi? ne güzel ben de “rebel”‘ım” der. Çünkü rebel sadece isyancı demek değil, asi ruhlu delikanlı anlamına gelen bir çağrışım içerir.
İşte basit bir örnek üzerinden bile bizim şehitlerimize yüreğimiz yanarken, elalem haber metni kurgularken böyle siyaset yapıyor, tüm insanlığa dezenformasyon saçıyor. Tüm dünya böyle mi? Hemen PressTV’ye bakıyoruz, elbette son 1-2 yıldır ilişkilerimiz limoni bile olsa İran’la, haberi insaflı geçmişler, onların da benzer dertleri olduklarından. “Pkk’lı teröristlerin saldırısında 8 Türk askeri öldürüldü” diye geçmişler, isyancı-asi zırvalıklarına girmeden.
İşte Dış basınla mücadele taktiklerinin bizce bazı elzem noktaları böyle. Devam da ederiz böylesi bilgi notları geçmeye ileride kısmetse. Bir şekilde “gavurun kafasından geçeni iyi anlamak üzerinden” iyi derecede İngilizce bilen ve google news’da üst sıralara çıkabilecek taktikleri bellemiş “milli refleksleri” olan haberciler yetiştirmemiz gerekiyor, bizden söylemesi.
Dış Basınla Mücadele Taktikleri-2
İçinde bir parça delikanlı ruhu barındıran her Türk genci başbakanımızın esip gürlemesinden ilham, hatta zevk alabilir, buna itiraz yok. Ama bizim özel ilgili alanımız olan “dış basın” mevzusu devreye girince, malum odaklar başbakanımızı sinirlendirdikçe, esip gürleme taktikleri “dış basınla mücadele” açısından baş vurulacak son strateji aslında.
“Kaynağını açıkla, açıklamazsan namertsin” zaten başlı başlına bir çeviri problemi barındıracak, çeviri sürecinde ise insanı kültürel çalışmalara bulaşmak zorunda bırakacak bir çıkış cümlesi. Ne yapın edin karşı tarafa meramınızı anlatamazsınız, gerek de yok aslında.
Bir kere batı basının kesinlikle anlamayacağı bir şey, bir ülkenin başbakanı neden kalkıp kendilerini bu kadar ciddiye aldığıdır. Zaten problemin temelinde, onların asla ve kat’a herhangi bir Türk gazetenin, Türk haber ajansının veya Türk köşe yazarının, malum konularda boy boy çuvaldızı sine-i millete batırmadığı sürece kaale bile almayacakları yattığından, bir devletin başkanı nasıl olur da tamamen “lobiciliğin yılmaz sesi” bir gazeteyi bu kadar ciddiye alabilir, oturup düşünmek lazım.
Öncelikle bu tarz gazetelerin haber vermek gibi bir dertlerinin asla olmadığını, “editoryal” endişeleri olduğu maskesi altında belli bir takım lobilerin borazanlığını yaptığını bilelim. Dolayısıyla adamın namert veya tü-kaka bir gazetecilik durumu yok ki, adam işini yapıyor. Lobi gazeteyi kurar, bazı kalemleri maaşa bağlar onlar da gereken “yorumları” yazarlar. Bu yüzden “kaynağını açıkla” demek de zaten başlı başına hedefi ıskalamak oluyor, karşı tarafa bırakın cevap hakkını, sizinle dalga geçme hakkını bile veriyor. Bu tarz gazeteler hiç bir zaman, “yazıyor yazıyor, karısını kıtır kıtır doğrayan Ohio’lu işçiyi yazıyor” diye haber yapmıyorlar ki, “saygın saygın” takılıyorlar.
Wall Street Journal ne zaman Başbakanın esip gürlemesini ciddiye alır, biliyor musunuz? Başbakan ve/veya yakın çevresindeki bütün siyasiler belli başlı bir takım “bizim gazetelerimizi” ne kadar ciddye alıp, saygı duyduklarını tüm dünyaya “çaktırmadan” duyurdukları zaman.
Yani bir ülkenin başbakanı kalkıp bir başka ülkenin gazetesine cevap vermemeli. Gerekiyorsa bu cevabı “saygınlığı tüm dünya tarafından” onaylanmış İngilizce yayın yapan bir Türk gazetesindeki “milli refleksleri olan” bir kalem vermeli.
İnsanı cidden üzüyor, üçüncü dünya ülkesi gibi davranmış oluyoruz, Wall Street Journal gibi bir gazeteyi başbakanlık düzeyinde muhatap aldığımızda.
Yandaş basın oluşturmak, buna niyetlenmek doğal bir güdü, bir niyet olabilir ama ekonomisi bu kadar kötü gitmekte olan Avrupa ülkelerinden birer birer, el altından gazete alınabilir mi, asıl sorulması gereken soru budur, başbakanlık “basın-yayın ve enformasyon” düzeyinde. Yüzyılın başında savaşlar öncesinde belli ülkelerin başvurduğu klasik taktik buydu. Şakadan değil cidden tavsiye edebilirdik bunu, mümkün olduğunu bilsek. Öyle ya, Wall Street Journal’in Türkiye hakkında atıp tuttuğu haberine şöyle kallavi bir yanıt “yandaş” bir İngiliz gazetesinden gelse, fena mı olur?
Olmazdı ama imkansız. İşte zaten her şey burada düğümleniyor, bizim “dış basınla mücadele” etme konusunda uğraşılarımızın kökeni, ister istemeden dallanıp budaklanıyor. Çünkü bu “dış basın” meselesi tahmin edebileceğimizden çok daha derin bir mevzu, öyle işin “basın-yayın-haber-iletme” konuları ile ilgisi yok. Cebinize trilyonlarca para koyun, gidin sıkıyorsa Avrupa’da bir gazete veya televizyon almaya kalkın bakalım becerebiliyor musunuz? Basit bir iddia, İngiltere kraliçesi çıkarlarına uygunsa size sarayından bir çardak altı bahçe filan bile satabilir, ama allem edip kallem getirirler de size bir “gazete” satmazlar, ne kadar ekonomik durumu kötü olursa olsun. Zira onlar için “basın” meselesi milli namus meselesi gibidir.
Hal böyleyken bize düşen ilk adım, el birliğini ile “kendi” basınımızı uluslararası düzeyde okunur, takip edilir düzeye çıkarmamız gerekiyor. Yoksa başbakanlıktan her tv yorumcusuna kadar elalemin atıp tutmasını konuşur dururuz, onlarda kıs kıs gülmeye devam eder.
Dış Basınla Mücadele Taktikleri-3
Etrafımızı kuşatan hainler güruhu ile mücadele ederken, işin medya ayağını biraz gereksiz hamasi bir refleks ile, biraz da kalemşör bir eda ile gerçekleştiriyoruz. Oysa özellikle Amerika ve İngiltere’de takip edilmesi gereken, hakkaniyetli düşünüp yazabilen, özellikle Türkiye’nin dış politikasını tüm dünyaya duyururken faydalanabileceği pek çok “alternatif medyada yer alan” gazeteci ve yazarlar var.
Elbette küresel sermayederlerin emrinde olan medyalarda pek iş bulamaz bu yazarlar. Bu yüzden alternatif kanallarda iş bulurlar. İran’ın PressTv’si veya Rusya’nın Russia Today’i, bazen de Al Jazeera English, çok nadir de Çin’in İngilizce yayın yapan devlet televizyonu ve haber portalı CCTV bu kalemlere “kendi çıkarlarına uygun ise” mikrofon uzatır.
Biz burada tek tek isimleri sıralamıyoruz, devletimizin konuyla ilgili-varsa tabi- birimleri ister ise sunarız elbet. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta daha çok bir zihniyet değişikliği. Çünkü Türkiye aleyhinde zevkle yazılar yazan bir Türk gazeteci ile mücadele etmenin en etkili yolu, onun öve öve bitiremediği Anglo-Sakson kültüründen gelen bir yazar ile cevap vermek, en azından böyle isimleri makul çerçevelerde “kullanmak”.
Mesela bir Türk gazeteci PKK’ya terör örgütü diyemez oysa bir ABD’li yazar, velev ki küresel finans baronlarının hizmetkarı değilse ve bir gram vicdanı varsa, PKK’ya terör örgütü diyemeyen kendi medya kanallarını öyle güzel yerden yere vurur ki…
Örneğin ad ve soyadından Türk olduğunu zannedebileceğiniz bir zat-ı muhterem, uluslararası yayın yapan bir ABD’li haber kanalına öyle makaleler yazıyor ki, Türkiye’deki son gelişmeleri öyle bir çarpıtarak veriyor ki, okuyan Türkiye’de müthiş bir kaos ortamı olduğunu düşünür ve Türkiye’yi bölünmenin eşiğinde, felaketlerin beklediği bir ülke olarak görür, bunun da tek sorumlusu olarak son 10 yılın “İslamcı” hükümeti olduğunu yazar.
İşte bu tip kafalarla oturup bizim “milli kalemlerimizin” mücadele etmesi gerekmiyor, zaten bir sonuç alınmaz. Dediğimiz gibi, gerek duyan olursa tek tek veririz isimleri, böyle vicdanlı ABD’li ve İngiliz yazarlardan “yardım” istenebilir, veya en azından onların Türkiye’de okunması sağlanabilir.
Bizim Türk zannettiğimiz bir yazarımız zevkle ve iştahla Türkiye’yi dünya kamuoyunda küçük düşürmek için elinden geleni yapıyorken, ABD’li bir “Filistin sevdalısı” gazeteci-yazar, Genel Kurmay başkanı Necdet Özel’in, Türkiye Cumhuriyeti başbakanına verdiği iftar yemeğinin ne kadar önemli bir mihenk taşı olduğu üzerine çok derin sosyolojik bir analiz yazabiliyor. Yazıyor da, Türkiye’de okuyan var mı? Biz haricihaber.com gibi mütevazi bir haber portalında böyle isimlerden bahsedersek bir şey değişmez, bir devlet politikası, bir basın-yayın stratejisi olarak hükümetin bu konuyla ilgilenmesi gerek.
Türkiye’yi dünyaya şikayet etmeyi kendine şiar olarak belleyen bir “Türk” gazetecisi, Dünya’daki tüm gazetecilerin Türkiye hakkında aynen kendisi gibi yazıp çizdiği zannediyor, ülkemiz gündemine de öyle pazarlıyor.
Dış basınla mücadele ederken dikkat etmemiz bir husus da, etrafımızı kuşatmış olan Orta-Doğu coğrafyasının medya kültürünün tuhaflığı, hala oryantalist bir zihniyetin kurbanı oluşu. Maalesef henüz “özgür bir Arap medyasından” bahsetmek çok zor. Pek çok Arap portalının anglo-sakson meşeili olup, belli çıkar odaklarını zihniyetine hizmet ettiği belli.
Öyleyse Türkiye’nin yapması gereken, gerçekten Arap halklarının yanında olabilen veya en azından “kolonyal mikroplardan” temizlenmiş medya kanallarını bulup desteklemek, yoksa da kurmak. Bu konularda son 5 yılda bazı kıpırdanmalar olduğunu görüyoruz ama toplumumuzun belli kesimlerindeki Türk-İslam coğrafyasına yöneltilmiş tiksinti hala öyle ciddi boyutlarda ki, zulüm gören bir diyara yardım eli uzatınca bazıları kuduruyor, nevrotik tepkiler veriyor. Düşünsenize, bir devlet politikası olarak Arap ülkelerindeki medyaları emperyalizmden kurtarma çabası içinde olsak hatta bunun için bütçe ayırsak, aynı hain zihniyetler neler kusar acaba?
Çünkü, inanmayacaksınız ama, öyle Arap medyaları var ki, zaten bu kanallar Arap halklarına değil, ABD ve Avrupa kamu oylarına hitap ediyor, örneğin geçen hafta Mursi’nin rakiplerini “çarmıha gerdiğini” yazdılar, cidden, mecazi anlamda değil, fiziksel olarak. Yani Mısır’da böyle olaylar oluyormuş, Mursi böyle canavarmış haberimiz yok. İşte Müslüman kardeşlere çamur atmak isteyen ABD medyası da Arap News, Al Khabar News, Dostor Watany ve Egytp Now gibi kanalları bu haber üzerinden kaynak gösterdi.
Satılık kalem zihniyeti her yerde aynı anlayacağınız. Aynı hain “Arap medyası” bugün kendi halkının iradesine hançer saplarken, yarın bu coğrafya üzerinde etkili siyaset yapmak isteyen Türkiye’ye de saldırır.
Dış basınla mücadele ederken sadece kendi içimizdeki hainlerden değil, civarımızdaki hain medyalardan kurtulmak gerek.
Dış Basınla Mücadele Taktikleri-4
Yine bir dış basın turu atıp izlenimlerimizi paylaşalım istiyoruz. İrili ufaklı deşifre edilmesi gereken o kadar çok haber(cik) var ki bu aralar bizi ilgilendiren, hepsine göz gezdirmeye çalışalım, listemizi uzatmadan.
1) Müslümanlara hakaret eden “Innocence of Muslim” filminin yapımcısı hapse girmiş, bütün başlıklar bu yönde. Ama hiç bir yabancı medya kuruluşu başlığında neden hapse girdiğini yazmıyor, okuyan böylece “Müslümanların lobi baskısına boyun mu eğdik yine?” demek zorunda kalsın diye. İster inanın, ister inanmayın, özellikle ABD’de ciddi bir kitle Müslüman lobilerin ABD siyasetinde etkili olduğunu zannediyor. Acaba bu zihniyet gerçekte hangi “lobilerin” siyasi gücünü maskelemek için kullanılıyor?
Oysa bu rezil yapımcının geçmişte dolandırıcılık suçu varmış, onunla ilgili şartlı tahliye kurallarını ihlal etmiş. Açıkçası seçim öncesi dış siyaset konusunda Obama’yı köşeye sıkıştırma piyonu idi, tutmadı, konuşmasın diye hapse gönderiliyor. Gecenin bir körü hapiste mide ağrıları çekerse ve ondan bir daha haber alamazsak hiç şaşırmayız.
Burada çıkaracağımız özet şu, dış basın çok daha kurnaz başlık atmayı biliyor, bizim “dan-dun” tarzı çok kısa, çok fevri başlıklarımızın aksine.
2) İsrail basını dışında hemen hemen hiç bir Avrupa veya ABD medyaları Mavi Marmara davasının Türk mahkemelerinde başlamasına yer vermiyor, olay büyümesin diye. Bu vesile ile ilgili olarak o meşum günde yaptığımız bir etkinliği anlatalım. 9 vatandaşımızın İsrail askerleri tarafından katledildiği haberi geçer geçmez youtube’un başına oturduk. O zamanlar dış basın ve tüm dünya bu vakayı “gaza flotilla” anahtar sözcüğü üzerinden takip ediyordu. Dolayısıyla merak edeneler youtube’a aynı anahtar sözcük yazacaktı.
Olayın ilk saatlerinde “bizimkilerin” yüklediği videolar geliyordu ilk sırada eğer youtube’a “gaza flotilla” yazınca. Biz de üşenmeden bir yandan gelişmeleri takip ederken, bir yandan da sürekli youtuba aynı anahtar sözcükleri yazdık durduk. Bir müddet sonra İsrail tarafının yüklediği videolar da çıkmaya başladı. Bir kaç saat içinde bizimkilerin yüklediği videolar çok alt sıralara, sadece İsrail’in yüklediği, aynı olayla ilgili kendilerini aklamaya çalıştıkları maksatlı videolar hemen ilk sıralarda çıkmaya başladı.
Böylece tüm dünya gençliği, olayın videosunu izlemek istediğinde İsrail’in kasıtlı propagandası ile karşı karşıya kaldı.
Eminiz ki, inşaAllah yanılıyoruzdur, ne dış işlerimizde ne de istihbarat birimlerimizde “herhangi bir videoyu youtube’da üst sıralara çıkarma” taktiklerini bilen hiç “Search Engine Optimization” yani arama motoru optimizasyonu uzmanı çalışmıyordur. Biz kendi kendimize yargılarken İsrail askerlerini, “dış basının büyük desteği var olaya” diye kendimizi kandırmayalım, bu desteği verenler bağımsız, alternatif gazeteciler.
Dış basında maalesef bu davadan bahseden yok şu an itibari ile, iri medyalardan. Muhabir yollamış olabilirler buraya, ancak ciddi bir haber yayını yok henüz.
3) Derecelendirme kuruluşlarının not arttırmasından çok daha önemli olabilecek bir haber, olası bir THY-Lufthansa birleşmesi. Elbette dış basın böylesi bir habere en azından “kıskançlığından” dolayı ilgi göstermez. “Yahu Türklerin hava yolu bu kadar büyüdü mü?” diyeceklerdir.
Bize kalsa Lufthansa’nın teklifini kabul etmemek lazım, çünkü eninde sonunda çok daha fakirleşecekler, Avrupa’da kimse uçağa bile binmeyecek böyle giderse, bu bir felaket filmi senaryosu değil. Almanlar bunu görmüş, bizden medet umuyorlar, kendimizi çok ağırdan satmamız lazım, illa da ortaklık yapacaksak. Ama bizim basın bile bu haberden çok, derecelendirme kuruluşundan gelen habere göbek atmaya devam ettikçe, Alman hava yollarının bize yaptığı teklifin önemi gölgelenmiş oluyor. Mesela Merkel, İtalyan hava yollarına aynı teklifi yapsaydı, İtalyan medyası dünyayı ayağa kaldırırdı bu konuda.
Eh, daha “bizimkiler” apronda deve kesilme haberlerinin üzerinden yaptıkları karalama kampanyalarının hesabını vermedikleri için…neyse…
*Dış basınla mücadele konusunda öğrenmemiz gereken bir başka husus, çok genel ve elzem bir tabir ama, milletini sevmekten, halkını aşağılamamaktan geçiyor. Örneğin “bizim” basın ilk fırsatta “Türk” milletinin ne kadar aptal olduğunu veya kötü durumda olduğunu haber yapmaktan gocunmaz, “yahu elimden geldiğince pozitif bakmaya çalışayım” demez.
Bu konuda eleştirilince küçük dilini gösterircesine basın özgürlüğü diye bağırır. İşte bir örnek: Seçim günü ABD’de google’a en çok yazılan anahtar arama kelimeleri “Başkan adayları kim?” olmuş. Bu kadar zır cahil bir toplum işte. Ama saygın ABD basınının çok daha ciddi meseleleri var, “İşte salak ABD’liler diye” başlık atan yok. Bir tek FoxNews geçiyor bu haberi, onlar da çok hırslı ve seçim sonuçlarından dolayı çok kızgın olduklarından, çünkü 4 yıl daha “zenci” bir başkana katlanmak zorunda kalacaklar. Bu yüzden hınçlarını ABD halkından çıkarmışlar.
Yeri gelmişken bir “dış basının saygınlığı” ile ilgili bir not. Bir FoxNews spikeri ABD seçim sonuçlarına o kadar sinirlendi ki, kalkıp yayını terk etti.
Dış basınla mücadele taktiklerinin özeti de bu aslında, onların saygın olduğu fikrini kafamızdan söküp atmak ilk adım.
Dış Basınla Mücadele Taktikleri-5
Dış basınının mücadele edilmesi gereken ve Türk milletinin başına salınmış en köklü musibetlerden biri olduğunu anlatmaya çalışıyoruz sürekli. O kadar köklü ki, kökleri Bab-ı Ali’ye bile kök salmış, uzak diyarlardan filizlendikten sonra.
Türk basınının çok büyük bir bölümünün hemen hemen üzerinde hiç durmadığı bazı haberler turuna başlayalım, öncesinde hiç bir Türk kızının ABD’de öldürülmesinin asla kat’a ABD medyasında haber olamayacağını, sürekli ABD’de her gün sayısız kadının tecavüze kurban gitmesine rağmen ABD medyalarının bunu haber yapmayıp İstanbul’da öldürülen bir New York’lu kadını haber yapmasının basın-yayın okullarında “orientalism ve occidentalism” meseleleri üzerinden ders olarak okutulması gerektiğini belirterek başlayalım.
Evet, Müslüman ülkeler işgal ediliyor, Müslüman kadın ve çocuklar zulüm görüyor, biz hala Nato-Mato-BM-AB falan filan bomboş işler ile uğraşıp, uykusundan yeni uyanmış şımarık çocuk gibi sağa sola sataşıp duruyoruz. Evet, Türkiye son 50 yıldır uykudaydı, yeni uyandı ama henüz uyku mahmurluğunu üzerinden atamadı.
Oysa batı basını atalarının 250 sene önce başlattığı “kolonyal-sömürü” projelerinin tetikçilik görevini mükemmel üstleniyor. Öyle ki, aslında “İstanbul’da öldürülen New York’lu kız” haberlerini bile Türk medyasında “kendi istedikleri formatta verme” gücüne sahipler, bizim medyalarımız da tam bir kuzu, farkında olmadan “ekmeklerine yağ sürüyor”, bu sinsi emperyalist öcülerin.
Zira Avrupa medyalarının Fransa’nın Mali işgaline nasıl destek olmak için canla başla çalıştıklarını görmüyorlar, görmezden geliyor.
Dış basınla nasıl mücadele etsinler ki, “basının özgür olduğunu, objektif haber vermeleri gerektiğini savunup duruyorlar, yabancı saygın medyaların “sömürü düzenin uzantıları” olduğunu asla kabul etmiyorlar ki. Onlara kalsa “biz sadece haber yaparız, biz tarafsızız, kalkıp bir de devletin çıkarlarını mı düşüneceğiz, olmaz böyle bir şey” diyorlar.
Batı medyasını “tarafsız ve saygın” zannediyorlar, zira pek çoğu eğitim veya stajını oralarda yapmış.
Bu yüzden zaviyeleri bozuk, hep görmek istediklerini görüyorlar, görmek istemedikleri pek çok şey var.
Neler olup bitiyor da, Türk medyalarında haber olmuyor:
Varşova’da Hristiyan alemi en üst düzeyde toplanıyor, piskoposlar birliği genel sekreteri Guy Liagre, Müslümanların artık Avrupa’da giderek radikalleştiğini duyuruyor basın yoluyla, thenews.pl tüm dünyaya geçiyor bu haberi. Tüm Avrupa piskoposları adına yapılan bu tespit hangi bilimsel gerekçelere dayandırılıyor, soran yok, zaten bizim medyamız “The Heybeliada Ruhban okulu project” ile meşgul.
ABD’li ünlü radyo sunucusu Laurie Roth, “İslamcı erkeklerin” hadım edilmeleri gerektiğini savunuyor programında, medyadan ve halktan ciddi bir destek alıyor, ne de olsa bir haftadır ABD medyası “İstanbul’da öldürülen kadın” haberlerini köpürtüyor, sırf başörtülü diye öldürülen, dayak yiyen ABD’de yaşayan bir sürü Müslüman göçmenin haberini tenezzül edip yayınlamıyorlar, çok ufak çıktı bu haberler, Türk medyasının büyük bir bölümü dönüp bakmadı bile bu haberlere.
Doğulu erkeğe kurban giden özgür ve modern batı kadınının kurban edilişi imgesi yetmediği için, “ArapTimes” gazetesi Mali’de yasak aşk yaşayan kadının akibetini ballandıra ballandıra anlatıyor, resmen ve alenen “Fransızlar gelince Mali’ye medeniyet gelecek” diyor, evet, yani Fransızlar gittikleri yerlere “yasak aşk” kavramlarını da götürürler modernleştirmek için.
Aynı gazetenin diğer haberleri sürekli “İslam coğrafyasında zulüm gören kadınlar motifi”, gazetenin ismini hatırlatalım “ArapTimes”
Acaba hiç Türk “derin devleti”, “ABD ve Avrupa’da gazete çıkartalım, normal normal haberler yapsınlar şimdilik gün gelir lazım olur” demiş midir?
El-alem, o ülkenin dilinden yayın yapan gazeteleri çıkarmış ama taa 1800′lerde. Şimdi işgal ediyor istediği toprağı, hem kendi halkını hem dünya kamuoyunu bir güzel susturmayı başarıyor.
İngiliz Telegraph gazetesinde AK parti iktidarı birazcık öven, o da demokrasiye ve laikliğe yapmış olduğu “olumlu katıkılardan” dolayı öven bir yazının altında yüzlerce yorum var, yazar yerden yere vuruluyor, nasıl olur da “İslam’ın Batı ile savaş halinde olduğunu, Türkiye’nin de çok tehlikeli bir durumda olduğunu” görmezmiş yazar.
Türkiye’nin giderek radikalleştiğine inanan yüzlerce İngiliz vatandaşının yorumları bunlar. Canla başla, bilerek bilmeyerek, atalarından kalma genetik “Biz beyaz adam doğululardan üstünüzdür her daim” kodunu aynen yaşayıp yaşatmaya çalışıyor.
Haricihaber’e gelen emaillerden bir tanesi geliyor hemen aklımıza, “Haberlerin güzel de birader, hükümeti tutuyorsun onun için paylaşasım yok hiç haberlerini”
Biz burada İngiltere’de bir cami bahçesine atılan kesik domuz başından, Fransa’da bir caminin duvarına yazılan ırkçı sloganlardan bahsediyoruz, bunu yaptığımız için “hükümetin” tarafında diye yorumluyor vatandaş bizi ve bunun için rahatsız oluyor.
İngiliz yazar ise biraz olsun olumlu bakmaya çabalıyor, kendi “yamuk” zaviyesinden de olsa, Türkiye’nin durumunu diğer Arap ülkelere nazaran daha iyi görüyor, okuyucuları “nasıl olur da böyle düşünürsün” diye adamı paralıyor, zira bu okuyucuların beyni çoktan, aslan geri döndürülemez bir şekilde sabitlenmiş, yıkanmış.
Bütün bunların arasında biz “Dış basınla mücadele taktikleri” diye yazılar yazıyoruz, Türk medyasının en çok okunan “Türk” haber portalları baldır-bacak resimlerinden geçilmiyor.
Biz de havanda su dövmeye inatla devam edeceğiz, ancak artık ahiret azığı olur umuduyla, zira başımızda rakı sofralarından yönetilen Bab-ı Ali medyası gibi bir musibet olduğu sürece “Halkının ve ümmetinin çıkarlarını düşünebilen basın-yayın öğrencilerinin” yetişmesi gibi bir umudumuz çok zayıflıyor.
Kaynakça; Barış Tarımcıoğlu
Derleyen; Müjdat GÖKÇE