Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan “Dîvânü lugāti’t-Türk” Karahanlı döneminden -Kutatgu Bilig'ten sonra- bize kalan ikinci önemli eserdir.
Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmış olan eser, sadece sözlük değildir; sözcüklerin anlamının yanı sıra verilen örnek cümleler, dörtlükler ve dilbilgisi bilgileri ile dönemin kültürü, dil ve ağız özellikleri hakkında önemli bilgiler içerir.
Peki Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1074 yıllarında Bağdat’ta Abbasi Halifesine sunulmak üzere yazılan Türk dilinin en önemli eserinin 1910 yılına kadar adı bilinen ancak kendisi meçhul bir eser olduğunu biliyor muydunuz?
Bu büyük eserin bugüne ulaşmasında en önemli pay şüphesiz Diyarbakır’lı Ali Emiri Bey’e aittir. [1]
Ali Emiri Bey Diyarbakırlı bir aileye mensup olarak dünyaya gelir, Güçlü bir hafızaya da sahip olan Ali Emiri, dokuz yasındayken, bes yüzden fazla şairin şiirlerinin yer aldığı Nevadir’ul Asar isimli eserdeki dört bin beyiti ezberlemişti bile. Gençliğinde hat sanatıyla da meşgul olan Ali Emiri bu konuda oldukça başarılı sayılır. Çünkü, yazdığı bazı levhalar Diyarbakır’da camilere asılmıştır.
Katip ve defterdar olarak Diyarbakır, Selanik, Adana, Leskovik, Kırşehir, Trablussam, Elazığ, Erzurum, Yanya, İşkodra, Halep ve Yemen’de otuz yıl kadar memuriyet görevinde bulunan kitapla, kültürle iç içe olan Ali Emiri bey 1908 yılında emekli olur ve İstanbul’a yerleşir.
İstanbul’da yine kitapla kalemle meşgul olmaya devam eder. Sürekli sahaflarda gezmektedir. İşte bu sahaflardan birinde rastlar bu mühim esere. Ali Emiri Efendi sahaf Burhan’dan 33 liraya satın alır. Ali Emiri Efendi satın aldığında, kitap hırpalanmış ve yıpranmış bir vaziyettedir. Şirazeleri çözülmüş, formaları dağılmış, sayfaları birbirine karışmış ve numaraları da yoktur. Bu sebeple kitabin eksik mi, tam mi olduğu belli değildir. Ali Emiri Efendi bunun tespitini Kilisli Rifat Efendi’ye yaptırır. Ali Emiri Efendi kitabi satın aldığında duyduğu sevincini su şekilde dile getirir: “Bu kitabi aldım; eve geldim. Yemeği içmeği unuttum... Bu kitabi sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara, zümrütlere değişmem.” Der.
Kitabin nesrini en cok da Ziya Gokalp istiyordu. Kilisli Rifat Efendi’ye şunları söyleyip duruyordu: “Rifat ben sevda bilmezdim. Fakat bu kitaba tutuldum. Görmek için ne yaptımsa olmadı. Su kadar var ki, cezmettim bu kitabi hem almalı, hem neşretmeliyiz. Bu hazinenin anahtarları senin elindedir. Gel, bana yardim et. Su kitabi kurtaralım. Bütün Türklere armağanımız olsun. Haydi bana çaresini söyle!”
Bunun üzerine Sadrazam Talat Paşa’ya gidilir Talat Paşa ile Ali Emiri Efendi görüştürülür ve Ali Emiri Efendi kitabın yeniden basılmasına ikna olur. “Dîvânü lugāti’t-Türk” 'ün basılması sırasında Talat Pasa Ali Emiri Efendi’ye 300 lira hediye gönderir. Ali Emiri Efendi bu hediyeyi kabul etmeyerek şunları söyler: “ Siz parayı muhtaç olan birkaç namuslu aileye dağıtınız, bu sadakanın adi da Dîvânü lugāti’t-Türk sadakası olsun"
“Dîvânü lugāti’t-Türk”ün basılmasında ve günümüze taşınmasında emeği geçen Ali Emiri Bey başta olmak üzere Ziya Gökalp’e ve Talat Paşa’ya selam olsun.
[1] Divan-i Lugat-it Turk’u Bulan Ali Emiri Efendi, Ziya Gokalp ve Talat Pasa Doç. Dr. Abdulvahap Kara