“Doğru oturalım, doğru yazalım misali bir ramazan yazısı”
Çok şükür; Ramazanın üç haftasını, acı bir şeyler yaşamışsak, gönül hoşluğu ile geçirdik. “Sayılı gün çabuk biter” derdi, “Eski Konyalı”lar… Bayrama, şunun şurasında bir hafta kaldı. “Ramazan”ı, “mana ve önemine” riayet ederek geçirenlere ne mutlu. “Bayram”ı da hakkını vererek yaşarlar inşallah…
Yalnız benim biraz diyeceğim var: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan”sa gördüğünü apaçık anlatmayan “eyyamcı” ne olur? bilemem…
Siz de gördünüz… Ne kadar olduklarını bilemem; Hüda bilir, bir kısmı “Orucu uykuya tutturdu.” İftardan sonra küçük bir “kestirme” yaptı; evde veya dışarıda sahura kadar sohbet etti. Acıkmayım diye bir tencere erişte pilavını, nemlendirilmiş “Ramazan yufkası”yla yedi; yattı. Taa ki, akşam ezanına beş saat kalana kadar…
Bazıları; “Ramazanı tatil ayı” saydı… Alanya mı, Didim mi, Taşucu mu, Altınoluk mu; Ramazana üç beş gün kala zıldı… Birisini yakalayıp sordum bu durumu… “Ramazanda tatil olur mu?” diye, cümleyi tamamlamama fırsat vermedi, “Gardaşım Seferiyim” dedi.
Bazıları; “İftar verdiler”; uzak yakın “Şehrin Ekabirleri”ni naz ile niyaz ile en lüks yerlere iftara çağırdılar… Ama gazeteci-televizyoncu ordusunu herkesten önce salona buyur ederek… Ertesi gün, bir kucak gazete aldılar: “Kim ne yazmış yazmış mı yazmamış mı” diyerek heyecanla göz gezdirirler.” Şahane iftarlarını vermeyen televizyona, belli etmemeye çalışarak buğuz ettiler.
Bazıları; yani bazı şirketler, bir kuruluşa “sponsor” olma ayağıyla ortaklaşa “iftar” düzenlediler; iftardan sonra şirketlerinin Türkiye’de, hatta dünyada nasıl aslan, nasıl kaplan olduğunu misafirler yediğini hazmedinceye kadar dursuz duraksız anlattılar. Terimler ve kavramlar lügatimize “Sponsorlu iftar” olgusunu kazandırdılar. “Yağlı kazanlar yağlı kazanlara taştı.”
Çokları da, “dört duvar örtüsü”, hallerini kimselere ayan etmediler; o günkü nasipleri bir kapsa bir kap, iki kapsa iki kap sofralarına koyup şükrettiler.
Çokları da fabrikaların, iş yerlerinin “Ramazan Programı”na uyup, sahur yemeklerini yiyip yollara düştüler; durup dinlenmeden sekiz saati tamamlayıp öğle sonrası evlerine geldiler.
Gam yenecek durum yok… Omuzlardaki “Karanlık gecede, kara taş üstünde, kara karıncayı kayda geçiren yazıcılar” her şeyi yazdı… Niyetleri bile…
Oruç vazifesini hakkını vererek yerine getirenlere ne mutlu…
“BOZ AYRAN” BİLE DÜŞLERE GİRER; OLMAYINCA
Eski, güngörmüş, “Kamil Konyalılar”; “Yokluk taştan katı, ölümden kötü” derlerdi; “Allah’ım bizi yoklukla imtihan etme” diye dua ederlerdi.
Oruçlu insanın canı her şey çeker. Ramazan dışında aklına bile gelmeyen yiyecekler, içecekler, “tutya” olur, burnunda tüter. İmkanı varsa, gider çarşı Pazar bulur onu. İmkânı yoksa hele çocuklar istemişse, bir mahzunluk çöker ki gönlüne demir taş kayalar gibi.
Ruhsati’nin “Boz Ayran” adlı bir şiiri var. Bir tas ayrana muhtaç olmadan birinin tam olarak anlaması mümkün değil. Size sunayım, sunmayayım diye kendimle çok cebelleştim. Sonra belki, “anlayış gözeleri” kapanmamış çok okuyucum var diyerek sunmata karar verdim.
Ruhsati’nin “Boz Ayran” şiirini birlikte okuyalım. Sonra bir kez daha, sonra bir kez daha… Sonra “tefekküre” dalarak dikkatle bir kez daha… Kesip saklayadabilirsiniz…
Buyurun:
Gine gözümüzde oldun tutya
Eski gördüğümüz koca boz ayran
Gönüz gönüz hayaline yıldırdın
Girdin düşümüze gice boz ayran
Yoksulluğun zincirini kırasın
Tarilada vare çoban turasın
Düşmanlar başına gelsin göresin
Gör bir yol yoksulluk nice boz ayran
Ben neyleyim baklavayı böreği
Anca sen soğutun yanık yüreği
Mevlâ’m eksiltmesin dinin direği
Yanı sıra bir güzelce boz ayran
Kadir Mevlâ’m şemamızı yandırsa
Pervaneyi başımızda döndürse
Her kim muhtaçlara bir tas gönderse
Nail olur sekiz hacca boz ayran
Seni görenlerin yüreği yağlı
Seni görmeyenin ciğeri dağlı
Kaymağın torunu yağın öz oğlu
Alçak mertebeli yüce boz ayran
Terk eyledin (Ruhsat) gibi yeğidi
Bilmem mihanetler senin nen idi
Davar sahibine verdin öğüdü
Döndürdün kalbini toca boz ayran
Gördünüz, bir “Boz Ayran”a hasreti… Şu şehirde bir kilo ete, beş kiloluk bir Zade günâşık yağına; üç beş metre basmaya, bir karpuza ne hasretler çekenler var. “Sadaka”, “fitire”, “zekât” diye; içleri “verirler mi, vermezler mi” endişesiyle kalbi yerinden çıkacak gibi “zengin kapıları” çalan ne “Kan ayaklı” kadınlar var. İmkânınız varsa, elinizden geliyorsa bunlar için, ramazan için de, bir şeyler yapın.
Lüks otellerde, “kişi başı” elli liralık menülerin başındakilere, Neyzen Teyfik olsa “Boşansınlar da beni de yesinler” derdi… Onları boş verin.
TAHİR SAKMAN’DAN BAYRAM HEDİYEM ŞİMDİDEN GELDİ…
“Umur görmüş”, eski ustaların rahlelerinin önüne diz çöküp has şiire ulaşmış şairler; Ramazanlarda tanıdıklara, eşe, dosta meşreplerine, huylarına, sularına, göre “Maniler atar” gönülleri hoş ederlerdi… Sevdikleri, hatırını saydıkları kişilere de “Bay Şiirleri” hediye gönderirlerdi. Tahir Sakman da şimdiden “Bayram Hediye”mi yollamış; sağ olsun… Tahir Sakman, beni, şöyle görüyor; kim ne diyebilir.
MANİ GAZEL
Seyit Küçükbezirci’ye
İhsan ile dolmuş sana
Konya dünya olmuş sana
Şehr-i Konya’dan olursa
Biber bile balmış sana
Yedi ceddimin mirası
Selçuklu’dan kalmış sana
Zenginliğin kaleminde
Geri kalan pulmuş sana
Selçukya’nın kadim sırrı
Ta ezelden gelmiş sana
Konya dediğin şuh güzel
Ebediyyen gülmüş sana
Tahir Sakman
Mesaj Tahtası
KADİR KIYMET BİLMEYE BAŞLADIK
Çok sevinçliyim; ümitlenmeye de başladım… Yıllardır içimde ukde. Biz “vefa”yı unutmuş bir şerhiz diye; biz “Kadir-Kıymet bilmez” bir şehir olduk diye; “çıra dibine karanlık” diye… “Böyle değil” diyenler varsa, gitsin mavrasını başka yerde sıksın.
Tiye sevinçliyim, niye ümitliyim; anlatayım…
Geçen Çarşamba günü, Eğitim Fakültesi’nin havuz başında, Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Muzaffer Şeker bir iftar düzenledi. İftarla, “Hattat Dr. Hüseyin Öksüz’ün 45. Sanat Yılı” toplantısı birleştirildi.
Rektör, toplantıda; “-İçimizden çıkıp yetişmiş değerlere sahip çıkmamız gerekiyor. Marifet iltifata tabidir. Değerlerimize vaktinde sahip çıkmaz isek, sonradan ah vah etmenin faydası yok” dedi.
Necmettin Erbakan Üniversitesi; dünyaca ünlü hattatımız Dr. Hüseyin Öksüz’ün 45. Sanat Yılına Saygı ve Tebrik Toplantısı ile bir “ilk”e imza attı.
Hattat Öksüz’ün eserlerinden seçilen onlarca hat sanatı eserini içinde toplayan “Hüseyin Öksüz 45. Sanat Yılı Hatırası” hat koleksiyonunu Türk kültürüne armağan etti. Yazıları ile tezhipleri ile şahane bir hatıra kitap… Yerli yabancı, sanat değeri bilen devlet adamlarına verilebilecek değerde bir “prestij kitabı.”
Hatırlatmam da fayda var; Hattat Dr. Hüseyin Öksüz, 2012 yılında da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Büyük Ödülü’nü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün elinden almıştı… O zaman da, şahsen benim, sevinçten ve gururdan göğe değmişti. Rahmetli Sefa Odabaşı, benim için “Konya perest” derdi; ne yapayım, ben böyleyim. Konyalı biri başarılı oldu mu ben başarılı olurum.
İçeriği ile, Türk Hat Sanatı’nın en güzel örnekleri ile, göz nuru, şahane tezhipleri ile; kağıdı, cildi, sunum çantası ile böyle bir prestij kitabı Konya’da çok az yapıldı… Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker’in şahsında emeği geçen herkesi tebrik ederim. Varlığı ile öğündüğümüz hattat Dr. Hüseyin Öksüz’e nice hizmet on yıllara…
Kültür ve sanat faaliyetlerini titizlikle izleyen Konya Valisi Muammer Erol da toplantının sonunda, katılan herkese “Diş Kirası” olarak “Hüseyin Öksüz 45. Sanat Yılı Hatırası” kitabını hediye etti.
Herhalde, artık “Kadir-Kıymet” bilmeye başladık. Hayırlı olsun.