İnsan, soruları ve sorunları olan bir varlıktır. İnsanoğlunun en makbulü de soran, sorgulayabilen ve sorgulanan kimselerdir. Burada en çok dikkat edilmesi gereken husus, hangi soruyu kime soracağını bilmesidir.
İnsanlar bazen bilmedikleri bir şey öğrenmek için sorarlar. Bazen de laf olsun diye, vakit geçirmek için sorduğunu görürsünüz… Kimilerinin sorusunun içinde başka bir alay ve küçümseme ifadesini görmek çok zor da değildir. Bunların hepsini yenilir yutulur… Lakin en kötüsü de insanın haddini aşan sorulardır.
Biliyoruz ki bir gün Allah, insanı kendi nefsi ve hayatıyla ilgili sorguya çekecek… O gün Allah, kendisine has sorularını yöneltecek… Yaratan, yaşatan, rızık veren ve imkânları sunan bir rab olarak soracak. Ama Allah bile bu soruları belirli bir zamana erteliyor.
Biz dünyada bir başka insanın ibadetini, günahını, ihlasını, samimiyetini ve niyetine sormaya sorgulamaya kalkınca yanlış şeyler yaparız. Böylesi bizim boyumuzu aşan meraklarımız olsa da bu bize fayda sağlayacak bir durum değildir. Bunlar Allah'ın soracağı şeylerdir.
Elbette insanın insana soracağı sorular da vardır. Gelin buraya bakalım… Küçük veya büyük birisine… Uzak- yakın komşumuza, erişilen veya erişilmeyen akrabamıza, tanıdıklarımıza, sevmediklerimize… Hepsi insan ve bunlara insanca soruları yöneltmek lazım… “Nasılsın? Bir derdin var mı? Sana nasıl yardımcı olabilirim? Yüzündeki burukluğu nasıl giderebilirim? Sesindeki titrekliği nasıl dindirebilirim? …” Bir insanın başka birisine sorması gereken sorular bunlardır. Bu ve benzeri kıvamdaki sorular, insanca ve kulluk bilinciyle yöneltilmiş sorulardandır. Bir kulun başka bir kula soracağı sorular bu tarzda gelir. Onun dışındakiler, anca sorgulamadır. O da bizim alanımız ve sahamız olmamalı…
En son kime ve ne zaman bir derdini sorduk? Derman olma amacıyla kimin yanına yaklaştık? Buraya bakmak lazım… Dünyanın çok farklı noktalarında bizim nefesimizi bekleyen insanların varlığını bilmek gerek… Hadis-i şerifteki “Komşusu açken tok yatan bizden değildir…” uyarısı kimi ilgilendirecek? Siz zengin bir muhitte oturuyorsunuz… Komşularınızın hiçbir şeye ihtiyacı yok mu? İyi bir evi, modelli bir arabayı, lüks koltukları para ile alabilirler. Ama bir gülümsemeyi, tatlı dili, sıcak ve karşılıksız bir selamı veya şefkati de alabilirler mi parayla? O zaman herkesin başka ihtiyaçları var. Kafalarımızı kaldırma ve çevremizdeki insanların haline derman olmaya bakmalıyız…
Uzaktan veya yakından, gördüğünüz- görmediğiniz, dilini bile bilmediğiniz insanlara da kardeşçe sorulması gereken sorular var. Dünya sadece sizin evden, ofisten veya küçücük dünyanızdan ibaret değil… Diğerkâm olmak, başkalarının derdi ile dertlenmek zor bir şey… Karşılığında rahatınız ve uykunuzu feda etmek gerekebilir… Ama insan olarak kalma bahtiyarlığı var. Bazen insan soru sormaktan korkar değil mi? Soruyu soracaksınız, sonra o da cevap verecek… Bir derdini anlatacak. Al başına yeni bir bela! Bu derde nasıl çözüm bulunur? En kolayı kafayı kuma gömüp görmezden gelmek mi? Yok öyle olmamalı…
Bir kula nefes vermenin, onun derdine derman bulmanın karşılığı olarak Allah da bize en sıkıntılı anda yetişeceğini vadediyor. Biz elimizde var olan nimetlerle mahlûkata yetişme görevini aldık. Karlı günlerde kuşlara yem atan ve onların aç ölmesine razı olmayanlarla, kimsenin derdini görmeyen ve başkalarına kulak tıkayanlar; aynı cenneti nasıl paylaşacaklar? Burada bir terslik olmalı…
Haydi, gelin o insanın namazını Allah sorsun. Orucu ile ilgili hesabı O’na versin. Ama biz kendi hesabımızla ve kendi sorgulanacağımız alanlarda ilgilenelim. Bu cümlelerimden onların maneviyat problemlerine ve günah bataklığına seyirci kalmayı istediğimi anlamazsınız umarım. Veya siz bilirsiniz. Benim o sorumluluğumda afişe etmek, rencide etmek, dışlamak, cehenneme odun(!) diye tanımlamak yok. Rıfk ile muamele, hikmet ve güzel öğütle tanıtma vardır. Kaçarsa suçta sizin de payınız olacak.