Geçen Cumartesi TYB bahçesinde Doktor Mustafa Güçlü’nün sohbetini dinledik. Sohbetin konusu “Zor Zamanda Orada Olmak” idi. “Ora” bir yerden ibaret değildi: Afganistan, Azerbaycan / Nahcıvan, Kerkük, Kırım, Çeçenistan ve Saraybosna gibi Türk İslâm dünyasının yaralı yerlerini ifade ediyordu. Gülnihal Ümit’in düzenlediği programda, bu coğrafyalarda yaşayanlar ve olup bitenler hakkında hatıraların ve izlenimlerin yanı sıra müşahedeye dayanan değerlendirmeler de dinledik.
Sorular faslında Bekir Biçer, bu anlatılanların yazılmasını taleb etti. Doktor Güçlü, yazının ayrı ve zor bir iş olduğunu belirterek, bu işe pek de sıcak bakmadığını söyledi. Doğrusu, ben de orada söylenenlerin ve elbette söylenmeyen nice şeyin bir şekilde yazılı hâle gelmesini isterim. Özellikle bu toprakların gerçek sahibi olan insanların yaşanmış ama yazıya geçirilmediği için kaybolmuş ve kaybolmaya yüz tutan pek çok yaşantısı, deneyimi olduğunu ve bunların unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.
Mustafa Güçlü Bey’in söylediklerini burada özetlemem imkânsız. Ama birkaç noktayı –anladığım kadarıyla- belirtmek isterim.
Toplumların karakterlerini ve davranışlarını belirleyen etkenler arasında tarih gibi zamana ilişkin, coğrafya gibi mekâna ilişkin etkenler de vardır ve önemlidir. Yüzyıllar içinde oluşmuş mizaç ve davranış kalıplarını değiştirmek kolay değildir. Bunları veri kabul edip ona göre tutum belirlemek daha sağlıklı olur.
İslâm dünyasında çeşitli İslâm anlayışları vardır. Özellikle selefî denen anlayışla tasavvufî anlayış arasında yarılma denecek derecede ayrılma söz konusudur. Bunların her birinin kendi içinde tuhaf denebilecek çelişkileri de bulunmaktadır. Meselâ, sigarayı haram, tüttüreni kâfir sayan insanlar, meselâ esrar kullananlara ses çıkarmayabilmektedir. Müslüman cemaatlerin kendi aralarındaki ayrılıklar, maalesef, yabancı güçlerin provokasyonlarına ve çatışma üretmelerine elverişli bir zemin hazırlayabilmektedir.
İslâm ve bağımsızlık uğrunda savaşan ve elbette niyetlerine göre ecre nâil olacak kahramanlar, bazı durumlarda –farkında olarak veya olmayarak- aslında birtakım uluslararası denge hesaplarının âleti olabilmektedirler.
Başka ülkelerin insanları, dışarıda kendi ülkelerinin olumsuzluklarını dile getirmekten çekinirken Türkler, bu konuda hayli pervasız ve sakınımsız davranmaktadırlar. Bundan vazgeçmek gerekir.
Türkiye’yi yönetenler arasında Türk ve İslâm dünyasına ilişkin en temel bilgilerden bile habersiz kimseler görülmüştür. Onların bu acınacak bilgisizlikleri, gülünç durumlara da yol açmıştır. Bu zavallı bilgi açığının hızla ve doğru bilgilerle kapatılması gerekir.
Müslüman toplulukların çoğunda yönetici konumundaki kimseler, halkın inanç ve ülkülerine yabancı veya düşman konumundadırlar. Bosna Hersek’te Aliya İzzetebegoviç merhum, bu durumun aksine bir örnek olmuş ve Allah’ın bir lûtfu olarak toplumuna öncülük etmiştir.
Herhangi bir dava, ideal, ülkü, gaye uğrunda çaba göstermek isteyen insanların birinci vazifeleri, kendi toplumsal konumlarının ve mesleklerinin gerektirdiği işi, en iyi şekilde yapmaya çalışmaktır: Çöpçü iyi çöpçü, doktor iyi doktor, öğretmen iyi öğretmen olmadan dâvâ adamı olmaya kalkışmamalıdır.
Dünyada olup bitenlerin görebildiğimiz ve aklımızın erdiği sebeplerinin yanında göremediğimiz ve aklımızın ermediği sebepleri de bulunabilir. Önemli olan, bizim aklımızın erdiği kadarıyla kendi varlığımıza ve şahsiyetimize uygun rolleri seçmemiz ve gücümüzün yettiği kadar o uğurda çalışmamızdır.
Türkiye insanlarının en büyük eksikliği ve en çok muhtaç olduğu şey, hoşgörüdür. Birbirimizle konuşmak ve birbirimizi anlamak yolunda daha istekli olmalıyız.