Dördüncü Murad Konya’da…

yazar-45

Konya’ya her gelişimizde bu şehrin farklı bir boyutunu, bilmediğimiz bir yönünü öğreniyor ve yıllardır neden bunları keşfetmediğimizi soruyoruz kendi kendimize. İnsanı büyüleyen bu şehrin manevi havasında bu şehri en iyi bilenleri bulmak adeta zor oluyor bazen.

2007 yılının Unesco tarafından Mevlana ve Hoşgörü Yılı ilan edilmesine rağmen Konya’da çok ciddi bir hareketlenmenin olduğunu göremiyoruz. Gerçi her şey henüz planlanma aşamasında ancak önümüzdede bir kaç ay var. Umarım bu zamanı sivil toplum örgütleri, belediye,valilik, kültür bakanlığı ve diğer kurumlar en iyi ve verimli bir şekilde değerlendirirler. Zira 2007 hem Konya, hem Mevlana hem Türkiye’nin geniş anlamda tanıtılması için çok iyi bir fırsat. Bu fırsatı optimal şekilde kullanmanın yollarını bulalım.

Konya’da bu sefer biraz uzun kalacağım. Bunun başlıca sebebi geçen yıl yarım kalan diş tedavimin bu yıl tamamlanmasıdır. Mademki uzun kalacağın o zaman bu şehirde her günümü en güzel ve dolu bir şekilde geçirmeyi gönlümden geçiriyorum.

Bizim kuşaktan olup Konya’da hayır ve hasenat işleriyle uğraşan ancak şu günlerde kömür ticareti yapan Musa Karacor’un işyerinde çaylarımızı içerken, Konya’yı gezerek bana anlatacak bir muhterem arıyoruz. Çayların içildiği sohbette yine Konya’nın tanınmış işadamlarından aynı zamanda sivil toplum örgütleriylede uğraşan bir başka isim Mustafa Kabakcı var. Her ikiside bu işi en güzel araştırmacı yazar Hasan Özönder hoca yapar diyorlar. Ve Mustafa Kabakcı beni sayın Özönderi’n eski garaj mevkiindeki işyerine götürüyor. Ancak sayın Özönder işyerinde yok. Büyük oğlu bizimle ilgilenip babasının çok sıkı bir çalışma halinde olduğundan dükkana pek gelmediğini belirtiyor. Ve bize hocaya ulaşacağımız bir telefon numarası veriyor. Bu arada büroda uzanmış ve uyur halde bir zat var dikkatimi çekiyor…

Ertesi gün Sakarya’dan ziyaretime gelen Selim beyle birlikte eski garaj mevkiindeki meşhur çorbacıda sabah çorbası içmek üzere sayın Özönder’in dükkanının hemen yanıbaşındayız. Çorbalardan kellepaça, mercimek, ezogelin, arabaşı var. Lezzetli mi, lezzetli.

Çorbalardan sonra acaba hoca dükkanda mıdır diye kapıdan bir selam veriyoruz. Hoca yine yok. Ama kasanın arkasından bir ses ‘siz Veyis Güngör değil misiniz? Hollanda’da Türkevi’nin başkanı? diye hafifce sesleniyor. Allah Allah kim bu adam, beni nereden tanıyor demeye kalmadan, evet benim diyorum ve çocuğun yüzüne bakıyorum. Meğer bu genç adam biz dün büroda babasını sorduğumuz esnada koltuklar üzerinde uyuyan adammış. Eee bu muhabbetten sonra bir çay içilir herhalde. Büroya geçiyoruz. Genç adam sandalyesiyle içeri getiriliyor. Ve anlatmaya başlıyor. Bir çok ortak tanıdık isim ortaya çıkıyor. Genç arkadaş babasıyla birlikte Hollanda ve Almanya’yı gezmiş. Gördüğü yerleri hafızasına yerleştirmiş.

Kısa ama verimli bir sohbetten sonra biz sayın Özönder’in dükkanından ayrılıp diğer işlerimize bakıyoruz.

Öğle saatlerinde sayın Özönder hoca telefonla arayıp bizi öğleden sonra beklediğini ifade ediyor. Bize Konya’yı ve Mevlana’yı en geniş ve birinci ağızdan anlatacak zatı muhteremi bulmanın heyecanı içinde tekrar dükkana geldik. Büroda bizi karşılıyor hoca. İlk bakışta bir gönül adamı, sevgi ve ümit dağıtıcısı görüntüsü veren Özönder hoca konuştukca bu görüntünün ne kadar doğru olduğunu adeta tescil eder haldeydi.

Tabiki biz sorumuza yani ‘hocam şu Konya’yı ve Hz. Pir’i zaman ayırıp anlatır mısın demeden’ dakikalar birbirini kovaladı ve saatler ilerdi.

Sohbet esnasında anlatılan onlarca vakıadan ben burada sadece bir tanesine değinmek istiyorum. Diğerleri de elbette ilginç, mesela Mesnevi’yi Fransızcaya tercüme eden Eva hanımın hasta yatağında Konya’dan gelen bir daveti kabul etmesi, Paris’ten Konya’ya gelinceye dek iyileşmesi ve Konya’da bir saati aşan bir konuşma yapması…

Ve bir başka anlatımı yani Dördüncü Murad’ın Konya’ya gelmesi ve dahi Hz. Pir’i ziyareti herhalde burada anlatılmaya değerdir.

Olay şöyle geçiyor. Dördüncü Murad günün birinde Konya’yı ve dolayısiyle Mevlana’yı ziyaret eder. Türbeyi ziyareti sırasında Mevlana’nın mezarını görmek niyetiyle elindeki zümrüt tesbihini bilerek mahzen’e düşürür. Ve kendisi düşürdüğü tesbihi almak ister. Zira Mevlana’nın kabri milletin ziyaret ettiği ve dua okuduğu yerin altında yani mahzendedir. Zamanın Posnişti, ‘aman efendim sakın aşağıya inmeyin, eğer mahzene inerseniz cesediniz çıkar’ der. Dördüncü Murad bir hayli zorlanmayla ikna edilir ve Osmanlı Sultanı mahzene inmekten vazgeçer. Bunun üzerine küçük yaşlarda bir kız çocuğunu iple mahzene, padişahın tesbihini almak üzere salarlar. Kız çocuğu tesbihi alır almasınada, mahzende gördüğü bir ışık yüzünden günlerce konuşamaz. Bir müddet tedavi gördükten sonra dili açılan kız konuşmaya başlar. Bunun üzerine olsa gerek, Dördüncü Murad Mevlana Türbesinde mahzene inen kapıyı taşla ördürüp kapatır. O günden günümüze Türbedeki mahzen kapısı kapalıdır.

Tabiiki Türbeyi gezenler bu detayları bilmezler ve görmezler. Bu detayı ancak sayın Özönder gibi Şehri ve Mevlana’yı bilenler bilir.

Evet önümüzdeki günlerde Dördüncü Murad’ın gezdiği sokakları da gezerek Konya’yı ve Mevlana’yı bir uzman kişinin rehberliğinde gezerek öğrenmeye çalışacağız.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.