Bir internet sitesinde Dr. Ali Şeriati üzerine Abdülkerim Suruş’la yapılmış zengin içerikler taşıyan bir mülakat okumuştum. Orada, Suruş İngiltere’ye Şeriati ile görüşmek üzere gittiğinden ve varışından bir gün önce vefat ettiğinden, dolayısıyla görüşmenin nasip olmadığından söz ediyordu. Bu mülakatında Abdülkerim Suruş, Dr. Şeriati’nin Savak ajanları tarafından öldürülmediğini normal tabi bir ölümle öldüğünü söylüyor. Bizzat arkadaşlarından birkaç kişiyle birlikte cenazenin bulunduğu morga gittiklerini ve Şeriati’nin bedenini incelediklerini hiçbir kurşun izine rastlamadıklarını vurguluyor. Ayrıca konuşmasında, aynı arkadaşlarla birlikte yıkayıp kefenlediklerini o esnada da olağanüstü bir duruma rastlamadıklarını, doktor raporunun da bu yönde olduğunu vurguluyor. Konumuz bu değil. Allah rahmet eylesin Şeriati’ye. Sanırım İran kültüründe tarihe baktığımız zaman hemen hemen topluma yön veren ulema ve entelektüeller on iki imam anlayışında olduğu gibi mutlaka şehitlikle bir bağlantı kurulur ve şehit ilan edilirler. Bunda da şehitliğin İslam inancındaki değeri büyük rol oynamaktadır.
Sözünü ettiğim röportajda Abdülkerim Suruş, Dr. Şeriati’nin büyük psikolojik sorunlar yaşadığını ve bu sebeple de birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini, Hz. Mevlana’nın Mesnevi’si sayesinde bu girişiminden döndüğünü ifade ediyor. Merhum Dr. Şeriati’nin yoğun bir şekilde hayatının son dönemlerinde Mesnevi okuduğunu belirtiyor. Yine Dr. Şeriati’nin Amerika’da doktora yapan oğlu İhsan’a yazdığı mektuplarından da öğrendiğimiz kadarıyla, oğluna şu vasiyette bulunuyor: “Evladım İhsan! Böylesi kokuşmuş bir toplumda ancak Mesnevi okuyarak ayakta durabilir, kendini ve değerlerini koruyabilirsin!. Gerçekten de Hz. Mevlana’nın Mesnevi’si başta olmak üzere diğer eserleri insan ruhunda bir iyileştirme ve dinginlik meydana getirmektedir. Kendi içinde gel-gitler yaşayan insanlar için terapi bakımından iyileştirici bir özelliğe sahiptir.
Yıllar önce Konya’ya yine Şeb-i Arus törenleri vesilesiyle Dr. Abdülkerim Suruş gelmişti. Meram Yeni Yolda bulunan belediye başkanının konutunda bir sohbet toplantısı düzenlenmişti. Bu toplantıya Konya’nın seçkin yönetici, işadamı, sanatçı, yazar ve akademisyenleri katılmıştı. Abdülkerim Suruş bu toplantıda yaptığı sohbette, Mesnevi okumanın önemi üzerinde durmuştu. İlahiyat Fakültesi’nde tefsir hocası olan bir hocamıza yönelerek, “hocam, siz Mesnevi okudunuz mu?” diye sormuştu. Onun “hayır” cevabı karşısında, hele hele Kur’an tefsiriyle ilgilenen bir hocamız için Mesnevi okumamak en büyük eksikliktir, demişti de hocamız biraz alınganlık göstermişti. Çünkü Mesnevi okumak âyetleri yorumlamada büyük inkişafların kapısını açabileceğinden filan söz etmişti. Maalesef bugün kimi akademisyen hocalarımız Mevlâna’nın hiçbir eserini okumadan onun bunun ileri-geri bilimsel hiçbir temele dayanmayan önyargılarından hareketle Mevlâna’ya uzak duruyor. Bu çok yanlış bir tavırdır. Erich Fromm’ları okuyan insanlar niçin Mevlana okumuyorlar?
Bu alanda güzel gelişmeler de olmuyor değil. Geçenlerde Türkiye’nin yeminli tasavvuf karşıtı ve duayeni kabul edilen yaşını başını almış bir hocamız Mesnevi okumaya başladığını ve çok geç kaldığını ifade etmişti. Buna da çok şükür. İşte hep önyargılardan dolayı bunlar başımıza geliyor. Hâlbuki Hz. Mevlana, siz kendisinden ne kadar kaçarsanız kaçınız, tarihinizdir. Siz tarihinizden kaçamazsınız. Bir üzüm sepeti gibi -herkes ister sevsin isterse sevmesin- tarihini sırtında taşımak zorundadır. Çünkü siz bu medeniyetin çocuklarısınız.
İslam dünyasının yüz akı Pakistan’lı Dr. Muhammed İkbal, özellikle Batı’dan Pakistan’a dönerken Hz. Mevlana’ya olan derin sevgi ve bağlılığından dolayı uçağını Konya’nın üzerinden geçirirmiş. Uçak Konya’nın üzerine yaklaştığı zaman pilotun uyarısıyla ayağa kalkar, Kubbe-i Hadra’nın üzerinden geçerken büyük bir edep, tevazu ve gözyaşıyla Hz. Mevlana’yı selamlarmış. Hz. Mevlana benim manevi mürşidimdir, diyor M. İkbal.
Dini düşüncesinin yeniden doğuşu adlı kitabın müellifi olan Dr. İkbal, rahmetli Mevlana dostu ve İslam’ın Güleryüzü adlı kitabın yazarı merhume Dr. EVA DE VİTRAY-MEYEROVİTCH gibi vefat ettiğinde Hz. Mevlana’nın yakınına defnedilmeyi çok istemiştir. Pakistan hükümeti vefat ettiğinde Dr. İkbal’i, İslamabat’a defnetmiştir. İkbal’in vasiyetini yerine getirmek adına bugün Mevlana dergâhının kıble tarafına bir makam taşı dikilmiştir. Bu taşta “Dr. Muhammed İkbal burada yatmaktadır”, yazıyor. Ben bu taşı görmek için iki sene önce yetkililerden çok zor izin kopararak ziyaret etmiştim.
Netice-i kelam, gelin önyargılardan arınarak Hz. Mevlana ve Yunus Emre gibi gönül dilini devreye sokan insanların mesajlarını bir daha anlamaya çalışalım. Çünkü onlar kaotik bir dönemde yaşadıkları için yaralı gönüllere merhem olma konusunda şifalı bir dil kullanmışlardır. Bu sebeple onların, farklılıkları varlık âlemindeki renkli vitraylar gibi görme dili, modern insanın gönül dünyasında ısıtıcı bir rol oynuyor. Özellikle Hz. Mevlana’nın “biz ayırmaya değil, birleştirmeye geldik,” sözü, bu manayı pekiştiriyor. Dolayısıyla, Hz. Mevlana’nın mesajının özünde ayırmak değil, birleştirmek; nefret değil, insanı sevmek; dışlamacılık değil hoşgörü; düşmanlık değil, merhamet; farklılıkları bir çatışma unsuru görme değil, birlikte yaşama zenginliği olarak görme ahlakı vardır.
Böyle bir ahlaki mesaja kim karşı çıkabilir?
O’nu tekrar Hakk’a vuslatının 735. yılında rahmetle anıyoruz.