Dua, kulun Rabbine çağrısı, Ona yakarması, Onunla konuşması, Ona içini dökmesi, Onu yardıma çağırması, Ondan yardım dilemesi, Ona muhtaç olduğunun itirafı, Onun erişilmez güç ve kudret sahibi olduğunun bilincinde Onun her şeye yeteceğinin teslimidir. Dua, aracısız olarak Yüce Rab ile iletişim kurmak, Onunla söyleşmektir.Dua, Rab ile kul arasında kurulan bir nevi canlı bağlantıdır. Aracısız olarak kulun Rabbine içini döküşü, sızlanışı, yakarışı ve nazlanışıdır. Dua Rabb'e çağrı, ya da Rabb'i yardıma çağrıdır. Dua kulluğun en kestirme yoludur. Rabbena (=Rabbimiz), Allâhhümme (=Allâhım) sözleriyle başlayan dua, kulun rabbi ile diyaloğudur. Kulun Rabb'ini hatırlamasıdır, O'nu zikridir. Bunun için dualara ezkar(=zikirler) denmiştir.Zikir, fikir, şükür, tesbih, tehlil, tenzil, tahmid, senâ, tevbe, istiğfar, istiaze, istiane. Evet bütün bunlar dua manzumesini oluşturan dizelerdir. Kısaca dua, kulun sığınağıdır. Canlı cansız her şey Rabbi tesbih ederken, yaratılmışların en şereflisi insanların bunlarsız olması düşünülemez. Zaten Müslüman olan olmayan hiçbir insan bunlarsız yapamaz. Bir atasözü aksini söylese de işlerin İnşaallah ve Maşâallah ile olacağını Kitabımız söyler. Her insanın sıkıştığında yardım istediği, sığındığı, içini döktüğü, teşekkür ettiği bir merci, bir kapı vardır. İşte İslâm dini, koyduğu dua ölçüleriyle kullara bu konuda en doğru kapıyı, merciyi göstermiştir. Ne var ki, bugün pek çok kişi İslâm'ın, bu Kur'ân-sünnet kaynaklı dualarından habersiz olduğundan, bidat-hurafe ve şirk kokusu taşıyan dualara sığınmaktadır. Türbe ve yatırlara çaput bağlamaktan medet ummaktadır. Ya da insanlar öğrendikleri dua cümlelerini anlamadan, bilinçsizce tekrar edip durmaktadırlar. Bugün dua eden pek çok insanda dua bilinci eksikliği göze çarpmaktadır. Duanın dua olması, kul ile Rab arasındaki bu canlı bağlantının sağlıklı kurulabilmesi için, bir takım şartlara ihtiyaç vardır. Her şeyden önce haramdan, gafletten, masivadan (=Allâh dışı şeylerden) arınmış bir gönül ve dilin adamı olmalıdır. İçtenlikle istemesini bilmeli. Ellerimizi açtığımızdan çok gönlümüzü açmalı. Sonuç alıncaya dek istemeli, ısrarlı ve kararlı olmalı. Başkalarını aradan çıkararak duada şirkten sakınmalı. Sadece O'ndan istenmeli, ama O'ndan istediğinin farkında olmalı ve yüzü olmalı O'ndan istemeye. Bunun için de Rab ile arayı bozacak, arayı açacak her şeyden kaçınmalı. Duadan önce de sonra da, dua okurken de zahirî-batinî (=dış-iç, kalıp-kalp) bakımlarından kulluk konumunu korumaya çalışmalı. Kısaca dinî şuur yoğunluğu içerisinde dua etmeli.Bütün bunların gerçekleşmesi ise, ancak ne dediğini bilerek yapılacak dualarla mümkündür. Şimdiye kadar dua ile pek barışmamışız. Ya da dua, sıkışınca aklımıza gelmiş sadece. Oysa sevinç-keder, sağlık-hastalık, bolluk-darlık her ânımızı kuşatmalıydı dua. Her yerde ve her zaman dualı olmalıydık. Biz her ân ve her yerde O'nunsak, O'nun kuluysak, O'nunla irtibatımız sürmeliydi hep. Ama öyle olmamış. Ne dediğimizi bilmeden yapa gelmişiz duayı. Gaflet, günah ve isyan sarhoşluğu ile yaptığımız duaların önüne, zulümlerimiz, densizliklerimiz engel olmuş ve o kutlu bağlantının gerçekleşmesi muhal olmuş. Bunun sonucunda dualı olması gereken ağızların yerini küfürbaz, gıybetli, dedikodulu, yalanlı ağızlar almış.İnsanın dünyaya açılan penceresi olan dili, susmaktan çok konuşmaya yatkındır. Zira insanın en önemli temel özelliğidir konuşkan olması. İslâm dilin hayır ve hakta kullanılması üzerinde ısrarla durmuştur. Hatta iki dudak arasını haram sözlerden koruyana, cennet garantisi vaat edilmiştir. Gereksiz boş konuşmaktansa susma tavsiyesi edilmiş ısrarla. Ve bu, Allâh ve Ahiret imanına endekslenmiştir.Kitabımız, Fatiha duasıyla başlar ve Felak-Nas dualarıyla sona erer. Kurânda peygamberler başta olmak üzere pek çok Salih insanın tarih boyunca yaptığı dualar yer alır. Rabbimiz, kabul edilmiş bu özlü dua örnekleriyle bize nasıl dua edileceğini gösterir.Dilin hayır söylemeye alıştırılması, lüzumsuz konuşmalardan korunması için, Hz. Peygamber (a.s.) günlük hayatta her insanın karşı karşıya kaldığı hal ve hareketleri fırsat bilmiştir. O, yatarken-kalkarken, tuvalete girip çıkarken, aynaya bakarken, giyinip-kuşanırken, sabah-akşam, evde-sofrada, çarşıda-pazarda kısaca her yerde, her fırsatta zikretmiş, fikretmiş, okuduğu dualarla Rabbi ile bağlantısını yinelemiş ve bu konuda bize en güzel kulluk ve dua örnekleri sunmuştur. O'nun okuduğu dua ve zikirler, okuduğu yer ve zamanlarla karşılaştırıldığında derin hikmet ve anlamlarla dolu olduğu görülür. O, her davranış ve her olayı dua için bir fırsat olarak değerlendirirken, okuduğu bu dualarıyla o davranış ve olayları yorumlamıştır adeta. Yapılan davranışın kim için, niçin ve nasıl yapılması gerektiğini; karşılaşılan olaylar karşısında insanın nasıl durması gerektiğini ortaya koymuştur. Kitab ve Sünnetin hikmetli dualarından habersiz ağızların sövüp-sayma, boş ve anlamsız konuşma, yalan-gıybet-dedikodu gibi günah virüsleriyle kirletildiğine şahit olmaktayız bugün.Bir tarafta "Kulluk ve duanız olmazsa Rabb'im neylesin" (25 Furkan 77) "Ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edene karşılık veririm." (2 Bakara 189) diye bizi duaya çağıran Rabbimiz; bir tarafta ise O'ndan nasıl isteneceğini bize gösteren, ipuçları veren Kitabımız ve Önderimiz(a.s.). Bize düşen ise ayet ve hadislerde geçendua örneklerinden yararlanmak ve o seçkin insanların yakarışlarıyla, Rabb'e yakın olmaya, O'nunla canlı bağlantıyı sürdürmeye çalışmak.(Not: Kurân ve Sünnetten dua örnekleri ve açıklamaları için bkz. A. Akpınar, Peygamber Dua Eder Gibi, Uysal Kitabevi, Konya 2005)