Bugün ile dün arasında en keskin kıyaslar, genelde klasik eserleri okurken ortaya çıkıyor. Kadim güzelliklerimizi hatırlayınca, bugünün bütün boyaları akıveriyor. Sait Faik Abasıyanık'ın Çelme adlı hikayesinin şu girişi beni bu düşüncelere sevk etti:
"Hemen bir on dakika yürüyünce kasaba haricine çıkılır. Şimdi artık insan kuş misalidir. Şose, hür, serazat, serseri uzanır. Yanın sıra kambur gölgen yürür. Geçenler "selamünaleyküm" derler. Kimse kasketini ötekine çıkarmaz. Fakat herkes herkesle ahbap olabilir. Ceviz ağaçlarının altına çökebilir, tabakalarınızdan birer cıgara yakabilirsiniz. Belki de hiç konuşmadan, bir daha konuşmak ümidi bile kalmadan "Allahaısmarladık" der, birbirinizden ayrılır gidersiniz. Tekrar yola düzülür, içinizde bir insanla yapılmış ahbaplığın şenliğini, bir ceviz ağacı gölgesinden sırta yapışmış köylerin, uzak dağların, kıvranan çayın, uzak bir gölün parıltısı; içinizde bir hasreti, bir yakınlığı ve bir yakın uzaklığı, hatıraları, sevinç ve kederleri ve aşkları eşelemiştir."
Bu harika kesitte üstat, insana dair ne çok ipucu veriyor. İnsanın insan ihtiyacı, doğayla kurduğu ünsiyet ve içinden geçenlerin depreştirdiği tatlı hüzünler. Hepsi hayatın çetin rüzgarı karşısında, insanın aczini ama aynı zamanda da direncini gösteren, sağlamlaştıran, bir yandan da yenileyen, tazeleyen güzel temaslar olarak görünüyor. Ağacın gölgesini, cıgarasını ve kısacık zamanını paylaşan insanlar, gönülden gönüle giden yolları yeşerterek, toplumsal maneviyata güç veriyorlar.
Oysa şimdilerde bu kadar gelişen iletişim ağlarına rağmen, insanlar birbirlerinden ne kadar uzak duruyorlar. Kurulan ilişkiler yapay, samimiyetsiz ve güvensiz oluyor genelde. Akraba ilişkileri kopuk, komşular mesafeli, arkadaşları güncel olan (yani işe göre, mevsime göre, duruma göre değişken) bir ahali arz-ı endam ediyor sokaklarda. Betonlaşan şehirlerde, ruhumuzu ihmal ederek yaşamaya çalışıyoruz, bu da bizlere depresif bir hayat dayatıyor. Özeleştiriden uzak, suçu hep başkasında arayan, sorumluluktan kaçan, yarını düşünmeden bugünün geçmesine dayalı, teknoloji bağımlısı bireylerin dünyasında, rüzgar nere eserse oraya savrulan insanlar olup çıkıyoruz. Buna dayalı olarak boşanmalar, kavgalar, cinayetler, kadın istismarları, çocuk istismarları gün geçtikçe çoğalıyor. Kabından taşan her nesne boşa gidiyor ve etrafı kirletiyor.
Ağaç olduğu yerde hürdür, yaprak dalda özgürdür, kuşlar kendi güzergahlarında varlıklarını sürdürebilirler. Doğada gördüğümüz her varlık bize bir şey söyler. Oku emrinin asıl mesajı da budur; dünyada olanları hakkıyla tanıyıp, anlamak. Bu da yine kişinin kendi menfaatinedir. Allah, Kur'an'da : "Nefsinize zulmetmeyin" derken de bunu söylüyor. Nasıl devletlerin anayasası varsa, dünyada olmanın da bir anayasası vardır. Bunu kainattaki her varlık bilir ve insana kendi lisan-ı halleriyle aktarırlar. Alan insan alır, alamayan insan ise nefsine zulmeder, kendisi kaybeder.
İsmet Özel, "Duaların yerini hayaller aldığından beri zarardayız" der. Dünle bugün arasındaki farkı en güzel anlatan sözlerden biri de bu sözdür. Dua etmek bile bir gayretten sonra gelirken, çağımızın insanı yalnız hayal kuruyor ve akşamdan sabaha bunun gerçekleşmesini bekliyor. Oysa külfetine katlanmadığın nimet eline geçse dahi, o insanı tatmin etmez, mutlu etmez. Zira en tatlı ekmek, kendi alın terinle kazanıp yediğin ekmektir. Çalışmış, çabalamış ve hak etmişsindir. Dua, Allah'ın nasip etmesi için yapılır, yoksa hiçbir gayret göstermeden yapılan dualara, amin dahi denmez. Hayal kurmanın da böyle bir gereği olmalıdır. Önce hayalini kur, sonra onun gerçekleşmesi gereken şeyler için çaba göster ki hayalinin hayata geçebilmesine ihtimal yolu aç.
Fatih Sultan Mehmet, dua ettiği, hayal ettiği ve gayret ettiği için İstanbul'u fethetti. Bugün bizler bu vatanın üstünde yaşayabiliyorsak, bu toprağın her karışında atalarımız alın terini ve kanını döktüğü için yaşıyoruz. Yarına, çocuklarımıza aynı şekilde bir vatan bırakmak da bizim boynumuzun borcu. İşte bu sebepten dolayıdır ki tıpkı tarihimizin şanlı sayfalarında gördüğümüz güzellikleri yeniden, yeni bir dille bu topraklara yazmamız gerek. Çünkü bunu çocuklarımıza borçlu olduğumuz gibi, dünyadaki bütün insanların mutlu yaşaması için de yapmalıyız.
Yazımızın girişine geri dönecek olursak, klasik eserleri okurken bu düşüncelerimizi daha net anlıyoruz. Bu kitapları yazan yazarlar tabiatı, insanı ve güncel hayatı çok iyi anlamışlar ve anlatmışlardır. Çünkü hayatı iyi analiz etmişler, güzel çıkarımlar yapmışlar ve çok daha güzel bir şekilde de anlatmışlar. Yılların, asırların içinden süzülerek gelmişler ve geçtikleri her devirde değerlerini gösterme başarısına nail olmuşlardır. Bugünün hikayesini, romanını, şiirini yazacak olanlara da temel ilkeleri söylemiş oluyorlar aslında. Nedir bu temel ilkeler ? Öncelikle yaşadığın alemi tanımak, insanı tanımak ve bunu en güzel dille anlatmak.
Okumak anlamaktır. Klasikleri okurken de, kainatı okurken de, insanı okurken de bunu gözden kaçırmayalım.