Tiyatro, canlı izleyicilerin önünde gerçek veya hayal edilmiş bir tecrübenin belirli bir yerdeki, genellikle bir sahnede sunulması için canlı performans gösteren oyuncuları, genellikle aktörleri veya aktrisleri kullanan bir sanat formu olarak tanımlanıyor. Bu anlamda oldukça zor bir sanat dalı… Tiyatro gösterileri ilk olarak Batı’da başlasa da aslında biz Türkler de tiyatroya yabancı bir millet değiliz. Söz sanatlarının çok kullanıldığı Türk toplumunda halk kültüründe tiyatro tarzında ilk gösterilere rastlarız. Bunlar Geleneksel Türk tiyatrosunun ilk örnekleridir.
Geleneksel Türk tiyatrosu tabiri seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan oyunlar için kullanılagelmiş bir tabir. Seyirlik köy oyunları Anadolu'ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan eski gelenek ve görenekleri yaşatan törenlerden oluşur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene eski Türk dininden izler taşıyan köy kuklası da bugün varlığını sürdürmekte, Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı, hikaye düzeyinde görülmektedir.
Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Ortaoyunu yer alır. En eski tür olan Türk kuklası gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür. Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleri olarak karşımıza çıkar. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan "kapalı biçim" anlayışının tam tersine, "açık biçim" özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi biraz önce de sözünü ettiğim gibi güldürüdür ve oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır.
Son zamanlarda yalnızca Ramazan günlerinde görebildiğimiz Meddahlık, Türklerde Orta Asya'dan bu yana var olan hikaye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834'te geçmiş olan Ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür.
Cumhuriyet’le birlikte Türk tiyatrosunun gerçekten çok önemli bir noktaya geldiğini söyleyebiliriz. Özellikle “sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün sanata verdiği önem hepimizin malumudur. Atatürk’ün bu sözünün Türk sanatının şiarı haline gelmesi gerektiğini görmek gerek. Gerçi, günümüzde bu sözün hakkını veren, Türk sanatına hayat katan, çok güçlü oyuncu ve yönetmenlerle sahneye konulan oyunlar ve dolan tiyatro salonları ülkenin her yanını sarmış durumdadır. Gerek devlet tiyatroları, gerekse özel tiyatrolar neredeyse yılın tamamında il il oyunlar sergilemektedirler. Tabii bu yeterli değil, pek çok güzel sanat akademileri açılmalı, ve buradan geleneksel Türk sanatıyla modern sanatı harmanlayabilen sanatçı nesiller yetiştirmek, daha çok sanatçı çıkarmak zorundayız. Çünkü Türk insanı gerçekten çok yetenekli ve kabiliyetlidir. Yeter ki işlensin ve fırsat verilsin.
Bu vesileyle memleketin “Hayat damarları ” olan sanatçılarımızın Dünya Tiyatro Gününü kutluyorum.