Sen aramadan bulduğum. Sen adını yirmi dört ay Altmış Dokuzda saklayıp gönlümden sızanları o adla ak kağıt üstünde yad ettiğim Prenses! Sen Altmış Dokuz’un önüne kendi elinle sıfat diye düştüğün Kardelen. Sen inci tanem.
Dün sen vardın bugün sen varsın yarın yine sen olacaksın, eğer gönlümde bir en iyi lazımsa… “Neden ben?” diye soruyordun. Bunu aynaya bakarak koyduğunu düşündüğüm sıfata sor (Kardelen). Hangi seveni yolundan döndürmek bugüne kadar mümkün oldu? Hangi başkası dindirmeye güç yetirir sensizliğin özlemini çekene? Bunu telkin ederken bile buna kendin inanıyor musun?
Karşıma çıkardığın “Aya karşı uluyan kirli çakallar” a mı kalmış gururumu mihenge vurmak. Ya da ne yapabilir bana en nurlu bir gecede tehdit savuran, “Ürkek ürkek dağa bakan tavşanlar.” Daha hangi çocuksu yollarla vazgeçirmeye çalışacaksın beni senden?
Gurursa, o sana olan sevgimin diğer adıdır. Sevgi meclisinde aht edip dönmek namussuzun kârıdır. Diyen ne güzel demiş:
“Düştük reh-i sevdâya bize namus gerekmez!”
Sevgim anlımda şeref madalyası, kavuşmak verdiğim en onurlu hayat mücadelesi. Sabır, bu yolda azığımdır, Sâbur (C.C.)’ un nimet hazinelerinden.
Derler ki bu “Kâinatın İmparatoru” kendi hakkında hüsn-ü zan güdenleri yalancı çıkarmazmış. Bana seni aramadan buldurandan ümidi kesmedim. Senden değil. Aramadan bulduranın kuvvetine ve kudretine sığınıp meydan okudum zihinleri kadar küçüklere... Seni bu dev gibi yüreğinde saklayanı yolundan döndürmek hangi cücenin marifetiymiş? Küçücük ağzından çıkan o masumiyet yüklü yalana gelince, o yalan değil ama söyleyişindeki masumiyet ve çocuksuluk bir katta daha bağladı beni sana, haberin olsun.
Ben senin nasıl yanındayken hasretine katlanabiliyorsam bil ki senden uzaktayken de sevmesini bilirim.
Degüldüm men sana mâ’il, sen etdün aklımı zâ’il
Mana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı?