İsveç ve Danimarka’da yaşanan Kur’an yakma ve Kur’an’a fiziksel hakaret seansları maalesef neredeyse rutinleşti. Müslüman ülkelerden esaslı bir duruş gelişmeyince de her iki ülke, meseleyi güya düşünce hürriyeti kapsamında değerlendirip, benzer yeni eylemlere teşne bir duruş sergiliyor. Onlarca polis eşliğinde ve korumasında kafasına esenin Kur’an’ı tekmelemesine, çiğnemesine ve yakmasına izin veriyor.
Gâvurluk böyle bir şey demek ki. Her iki ülke de bu eylemin bir düşünce hürriyeti kapsamında olmadığını bilir. Ama dediğimiz gibi gâvur olmanın aşağılık ve alçak tatminini sonuna kadar yaşamak için, dün Akdeniz’de botunu patlatıp denizin dibine gömdüğü Iraklı, İranlı kimi aşağılık adamlara ve kadınlara hem de onlarca polisle koruyarak Kur’an yakma ve tekmeleme seansları yaptırır.
İsveç, Danimarka gibi ülkeler, ilkesiz ülkeler. Düşüncenin yeri bellidir. Ve bir eylemin düşünce hürriyeti kapsamına girebilmesi için en azından varsa beyinde olgunlaştırılıp sonrasında da ağızdan çıkan bir yönü yani ifadeye dönüşen bir yönü de bulunmalıdır. Oysa ayakla Kur’a tekmelemenin, elle de Kur’an yakmanın düşünceye tekabül eden hiçbir yönü yoktur.
Batıyla bunu konuşmanın bir anlamı yok. Zaten gereği de yok. Onlar tüm bunları, Anadolu tabiriyle gâvur gibi bilirler. Bilirler de işlerine gelmez. Çünkü kendi vatandaşlarından çıkmasa bile ellerinde Kur’an yakarak ve Kur’an’a fiziksel hakarette bulunarak batıda bir gün daha fazla kalmanın, oturum alabilmenin müptezelliğini yaşayan hayvanlardan aşağı bir grup da mevcut. Bu gruptan seç beğen ve benzer aşağılık eylemleri her gün yaptır. Nasıl olsa trilyon dolarlık servetleriyle sözde İslam ülkelerinin onların canını acıtacak tek dolarlık bir eylemi bile olmuyor, olamıyor.
Madem içinde sözün bulunmadığı, el ve ayakla yapılan eylemler de düşünce hürriyeti kapsamında ise, istemeyiz ama bir vesile İslam ülkelerine gezmeye gelmiş bir İsveç ve Danimarka vatandaşı da bu düşünce hürriyetinden istifade etmek isteyen birileri tarafından boğazı kesilir ya da yakılırsa nasıl yorumlanacak? DEAŞ’ın kestiği onca insan da bu düşünce hürriyeti kapsamında değerlendirilebilir mi?
Ne alaka demeyin. Tanımı düzgün yapmazsanız, sonuçlar sizin kontrolünüzden çıkar. Aşağılık birisi, eline 2 milyar insanın kutsalı, göz bebeği, uğruna canını verdiği Kitabı Kerim’i, İsveç ve Danimarka polisi korumasında tekmeleyecek, yetmedi yakacak, sonra da bu mesele düşünce hürriyeti kapsamında devlet başkanlarının bile eşlik ettiği bir tartışmayla tavsatılıp kapatılacak. Beyni, dışkısını çıkardığı yerde olan adamların eylemlerini düşünce hürriyeti kapsamında değerlendiren bu alçaklar, o zaman aynı mantıkla tasarlanmış düşünce kapsamında yaşanması muhtemel sıkıntıları da göze alıyor demektir.
Düşünce, düşünceye karşıdır. Fiziksel alana tecavüz eden düşünce, düşünce olmaktan çıkmış, cezalandırılması gereken bir şiddet eylemine dönüşmüştür. Bunu sistemli bir güç olan devlet eliyle yapmazsanız, toplum devleti aşan çözümler üretebilir ki bu da bir yönüyle kaosa sebep olur. Bu kaosun sebebi de sahibi de batının ta kendisidir. Batı, yapmayı alışkanlık haline getirdiği şeyi tekrar tekrar yapıyor. Çayın taşı ile çayın kuşunu vuruyor.
Bu konunun ne kadar hassas bir konu olduğunu en iyi bu projeksiyonu hazırlayıp sunuma dönüştüren güçler bilir. Bu davranışın bir düşünce hürriyeti olmadığını, olamayacağını da en iyi onlar bilir. Ama onlar aynı zamanda an itibariyle Kitab-ı Kerim’in kavgasını verecek bir fedai devletin olmadığını da bilir. Onlar, bu kadar eyleme rağmen İslam ülkeleri de dâhil büyükelçiliklerinde canlarını acıtacak bir süreç yaşamadıkları için, 2 milyarlık sözde İslam dünyasına, İsveç ve Danimarka olarak toplam 15 milyonluk nüfuslarıyla kafa tutabilmektedir.
Uluslararası sistemin cezalandırmaktan imtina ettiği bu eylemler, yarın inisiyatif kullanan birileri tarafından cezalandırıldığında kimse ağlamasın. Charlie Hebdo eyleminin böyle bir aşağılık tutumun, uluslararası sistemin sessiz kalmasından dolayı gerçekleştiğini unutmayalım. Selman Rüşdi denen aşağılık adamın 1989’da yayınladığı Şeytan Ayetleri kitabının cezasını, hem de kitabın yayınlandığı tarihten 10 yıl sonra doğmuş bir delikanlı tarafından Ağustos 2022’de tahsil edildiğini düşünürsek, bu eylemler, unutulanlar listesine zor giren eylemlerdir.