Endülüs'te Dalganan Bir Türk Sesi
Seyit Küçükbezirci Soruyor
Duygu Küçük Anlatıyor;
Duygu Küçük’ü takdimimdir
‘Pat’ diye giriyorum ‘Dizi Yazımız’a..
Size Duygu Küçük’ü taktim edeceğim.
Aslında Duygu Küçük’ün biyografisini de vereceğim. ‘Yaşam bilgilerini de..
Ama, onlardan önce bir diyeceğim var…
Duygu Küçük bir ‘Konya Kızı’. Babası da, annesi de saygın öğretmenlerden, aile kökeni Beyşehir’le Hadim topraklarından.
Biraz dikkat isterim.
Milâdi 726’dan 1019’e kadar 257 yıl İspanya’da, Emevi İslam Devleti’nin egemenliğinde tarihe geçen topraklarda, Duygu Küçük, Türk Sesi’ni, Şarkılarından dalgalandırdı.
Sağlam bir hukuk eğitimi alarak avukat olan Duygu, Konservatuarı’n ‘Opera Bölümü’nü de tamamlar. Şimdi, Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Konservatuarı’nda ‘Hoca’..
Duygu’nun İspanya /Endülüs konserleri; peki , hiçin önemli
Şunun için önemli
Mesud Cemil’i, Ferit Hilmi Atrek’i, Ahmed Adnan Saygun’u, Nevid Kodallı’yı, Nazife Güral’ı, Necil Kazım Akses’i, ölmez güfteleriyle, besteleriyle yanına alır. ‘Batı Müziği’nin Hristiyan Avrupa Musikisini’nin kalbine taşır. Saydığım ‘Üstad’ların, eminim ruhları da oralarda, Duygu’nun yanında olmuştur.
Konservatuarı olan üniversitelerden çok isteyenler oldu, Duygu’yu.. Ama, Duygu, ‘Ata Toprağı’, yani Konya’da ‘Türk Sanat Musikimiz konusunda’ farkındalık yaratmak, Türk musikisinin de ‘İlk Payitahtı olan Konya’yı dillendirmek için ‘Selçukya İklimi’ni seçti…
Duygu Küçük, varlığıyla, sanatsal birikimiyle övündüğüm, gurur duyduğum bir ‘Konya Kızı’…
Sanat yollarında da, yaşam yollarında da bahtın açık olsun Duygu…
-*/-*/-*/-*/
Duygu Küçük
Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü
Araştırma Görevlisi
ÖZGEÇMİŞ
1981 yılında Konya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Konya’da tamamladı. 2004 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki ve 2009 yılında Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera/Koro Bölümü’ndeki lisans eğitiminden mezun oldu. 2008 yılında Avusturya Joseph Haydn Konservatuvarı Opera Bölümü’nde bir yıl Erasmus Değişim Programı öğrencisi oldu. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı’nda Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Aynı yıl içinde İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı Sanatta Yeterlik Programı’na kabul edildi.
Yüksek Lisans tezini “20. Yüzyıl Başı Modernizmi Kapsamında Arnold Schönberg’in Op. 17 Erwartung Operasının İncelenmesi” başlığıyla yazdı. Halen “Operada Avangard Öneri: György Ligeti’nin Karakomedisi Le Grand Macabre” başlığıyla Sanatta Yeterlik tezini yazmaktadır.
Türkiye, Avusturya ve Almanya’da çeşitli konserler veren ve atölyelere katılan sanatçı, Devlet Sanatçısı Meral Gökoğlu, Prof. Alexander Joseph Mayr, Prof. Dr. Hasan Yener, Devlet Sanatçısı Nuray Sarıoğlu ve Prof. Şebnem Ünal ile şan çalışmıştır.
2010 yılında bir yıl Gaziosmanpaşa Üniversitesi Müzik Eğitimi Anabilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak çalıştıktan sonra, 2011 yılından beri Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.
KONSER
25 Mayıs 2017 Perşembe günü İspanya’nın Granada şehrinde Angel Barrios Konservatuvarı’nın ev sahipliğinde, Çağdaş Türk Bestecileri’nin Eserlerini seslendirdim. Piyano eşliğini aynı konservatuvarın öğretim görevlisi Cecilia Martin Garcia yaptı.
Eserlerin listesi şöyle:
- Nihavend Şarkı / Mesud Cemil (1902 – 1963)
- Çeşme Başında / Ferit Hilmi Atrek (1903 – 2006)
- Gel Gönül Seninle / Ahmed Adnan Saygun (1907 – 1991)
- Akkoyun Meler Gelir / Cemal Reşit Rey (1904 – 1985)
- Bülbülüm / Nevit Kodallı (1925 – 2009)
- Hayalimdeki Bahçe / Nazife Güran (1921 – 1993)
- Anlatamıyorum / Necil Kazım Akses (1908 – 1999)
- Havuz / Aydın Karlıbel (1957 - )
- Umutsuz / Yalçın Tura (1934 - )
-*/-*/-*/-*/-*/-*/
DUYGU’NUN ANLATISIYLA ZİL, ŞAL
VE GÜL VE RAKS’IN GRANADA’SI
GRANADA
Türkçesi -o zamanlar için kutsal sayılan meyve- ‘nar’ anlamına gelen Granada şehrini ancak iki gün gezebildim. Bu şehir Güney İspanya’nın Endülüs eyaletinde, Sierra Nevada dağlarının eteklerinde bulunuyor. Bir dönem Endülüs Emevileri’ne başkentlik yapmış olan şehir tam 800 yıl boyunca 1492’ye kadar Emeviler’in hükümdarlığı sınırları içindeymiş. Ünlü İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın doğduğu bu şehir, bizim büyük şairimiz Yahya Kemal’e de Endülüs’de Raks şiirini yazdırmış. Nasıl yazdırmasın ki, öyle esrarlı ve sanat harikası bir şehrin tarih kokan sokaklarında gezmek insanı ilhamla dolduruyor.
Emeviler döneminde şehir iki tepe üzerine kurulmuş. Birine ünlü El Hambra Sarayı, diğerine yerleşim yeri olan Albaysin inşa edilmiş. Şehir Hıristiyanlara geçtikten sonra vadi içinde yerleşim büyümüş. 45 dakika uzaklıktaki Akdeniz’in kültüründen ve ikliminden nasiplenen bu şehir, verimli toprakları, temiz havası ve lezzetli yemekleriyle de hayranlık yaratıyor.
Bir Granada şarkısında söylendiği gibi; ‘güzel kadınların, kanın ve güneşin toprağı..’ Akdeniz kadınının güzelliğini, yüzyıllarca büyük devletlerin uğruna kanlar döktüğü ve parlak güneşiyle portakal çiçekleri kokusunun herbir yanı çevrelediği bir yer Granada. Yerleşim yeri olan tepede, Albaysin’de, hala Arap ve İslam kültürünü saklayan evler, etrafında Flamenko müziği ve dansıyla insanı büyülüyor.
El Hambra Sarayı ilk olarak MS 889'da Roma döneminden kalan surların üzerinde küçük bir kale olarak inşa edilmiş. 13. yüzyılın ortalarına kadar bir onarım yapılmayan kale, Gırnata Emiri Muhammed Nasır döneminde bugünkü özgün yapısına kavuşturulmuş. 1333'te Gırnata Sultanı I. Yusuf, kaleyi hükümdarlık sarayına dönüştürmüş. 1492'de bölgede yeniden Hıristiyan hakimiyetinin sağlanmasının ardından sarayda kısmen Rönesans mimarisinin örnekleri de inşa edilmiş.
Paris'teki Arap Dünyası Enstitüsü eski Başkanı Edgar Pisani sarayın İslam Medeniyeti’nin insanlığı ulaştırabileceği en yüksek noktalardan biri olduğunu söyledikten sonra Elhamra'yı şöyle anlatıyor:
‘Endülüs İslam sanatını, Müslüman İspanya tarihinden ayrı düşünmek imkânsızdır... Elhamra inşa edilirken hiçbir şey tesadüfe bırakılmamış, her detay itina ile hesaplanmıştır. Kavislerin bölünüşünde, tek ve çift sütunların hoşa giden bir tarzda yerleştirilmelerinde, kapı ve pencere yerlerinin tespitinde bunu anlamak mümkündür. İşte bu sayede harikulâde perspektifler ortaya çıkmış, avlular ile açık salonlar arasında güneş ışığı, suların akışı ve gölgelerin oyunu buluşturularak, dış alemle inanılmaz bir uyum ve zarafet sağlanmıştır. Bu, sanki el değince kırılıp dökülecek hissi veren yüksek bir zarafettir. Elhamra'yı gerçekten anlamak için, sarayın içindeki pek çok kitabeyi anlayarak okumak gerekir. Kur'an'dan alınan ayetlerin ve İbn-i Zamrak'la diğer Müslüman şairlerin mısralarının kazınmış olduğu bu kitabeler bazı duvarları tamamen kaplamakta, kemerler, kapı çerçeveleri ve sütun tekneleri boyunca uzayıp gitmektedir. Öyle ki, bu yazıları süsleme motiflerinden ayırmak neredeyse imkânsız haldedir.’
Girift bir yapıya sahip olan Elhamra Sarayı, birbiriyle bağlantılı sayısız odalar ve salonlar, bu mekânların arasında yer alan avlular, ferahlatıcı yeşil alanlar, fıskiyeli havuzlar, akar çeşmeler ve bahçelerden oluşuyor. Ama tüm bu mekânlar belli bir ahenk içinde dizilmiş, rahatsız edici olmayan geçişlerle birbirine bağlanmış bir düzene sahip. Bu düzen Yahya Kemal’in 1929’daki İspanya'daki elçilik görevi sırasında kaleme aldığı satırlarda şöyle özetleniyor:
‘... Elhamra'ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekân içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir alemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakışın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor. ‘
İslam mimarisi şahanelerinden olan sarayı gezerken hissettiklerim çok özeldi. Batan güneşin saraydan şehre bakarken yarattığı manzaraya mı yoksa sarayın kendi zarafetine mi kapılayım diye düşünürken yüksek bir duygu dalgası içinde kaldım. Burayı görebilmiş olma şansına sahip olmama şükrettim. Sanıyorum ki, o an olduğum yerden ve kimlikten yükselmiştim.
Grana’dan onu tekrar görme dileğiyle ayrıldım. Bu güzel şehrin benim hayat tecrübemdeki çok özel yerini ölene dek unutmayacağım.
Birbirinin dilinden onlamayan, başka bahçelerde gezmiş, başka insanları görmüş aşık olmuş, eli başka, gözü başka, iki insan nasıl aynı uykuyu uyur, aynı sevdayı özler, aynı yağmurları izler camından?
Olur bunlar. Ama çok zor olur. Milyar insan yaşar yeryüzünde, üçüne sor, onlara olur. Kadrini kıymetini bildiğim dostum, taa uzaklardan. Endülüs’ten bana selamını yollar. Gözlerinden öperim ben de. Malagalı Cecilia Martin Gara’a