Duygu’nun Anlatısıyla Zil, Şal Gül Ve Raks’ın Granada’sı

Seyit Küçükbezirci

SOPRANO DUYGU KÜÇÜK İLE

ENDÜLÜS’Ü KONUŞUYORUZ

SEYİT KÜÇÜKBEZİRCİ SORUYOR

DUYGU KÜÇÜK ANLATIYOR

Kor dudaklı kömür gözlü, sürmeli Bir baş döndürüşüyle öldürür gibi” lerin ikliminden

  • ENDÜLÜS’E BİR TÜRK SANATÇI, BİR KONYALI OLARAK GİDERKEN HİSLERİNİZ?

Batı kaynaklı bir sanatı yapan Türk sanatçı olmak, Konyalı olmak, Batı’ya giderken ve hatta oradayken hep aklımda, bedenimde somut olarak hissettiğim bir şey.  Yani her ne kadar yaptığım sanat evrensel olsa da etnik kimliğimin baskınlığı hiç azalmadı. Ses sanatçılarının bu duyguyu sıkça yaşadığını düşünüyorum. Ses kimlikle doğrudan bağlantılıdır. Ve o sesle beraber ortaya çıkan yorum benim ruhumun çırılçıplak yansımasıdır. Ülkemi temsil etmenin sorumluluğu yanında kendi varoluşumu ortaya koymanın sorumluluğu da bir o kadar etkiler beni. Yabancı topraklarda, yabancı insanlarla olmanın verdiği heyecanın rengiyle beraber Endülüs’de bir Konyalı olmak, hep kendimi bu yeni tecrübenin akışına bırakma cesaretiyle takip etti. İnsanlarda yaratacağım merak duygusunun farkındaydım ve bu bana büyük bir sevinç verdi.

  • “KOR DUDAKLI, KÖMÜR GÖZLÜLER”DEN GÖRDÜĞÜNÜZ, TANIŞTIĞINIZ, DİNLEDİĞİNİZ OLDU MU?

Bana piyanosuyla eşlik eden arkadaşım Cecilia Garcia tam bir Endülüs kadınıdır. Kor dudaklı, kömür gözlüdür. Duygularında tutkulu, sevdikleriyle yakın ve delikanlı bir kadındır. Günlük hayatında Endülüs müziğini, dansını, mutfağını, tutkusunu muhafaza eden, kendisini bir İspanyoldan çok bir Endülüslü olarak tanıtan birisidir. Endülüs’ün kıyı şehirlerinden, ressam Picasso’nun doğduğu kent olan Malaga’da doğup büyümüştür. Mesleğini icra etmek için bir süre Endülüs’ün kalbi, Flamenko dansının vatanı Sevilla’da çalışıp ardından İslam medeniyetinin 800 yıl hüküm sürdüğü, büyük Endülüs şairi Federico Garcia Lorca’nın doğduğu kutsal şehir Granada’da çalışmaya başlamış. Yaşadığı toprakların mirasının farkında ve Endülüslü kimliğini gurur ve mutlulukla taşıyor.  Onunla 10 yılı geçen bir dostluğumuz var. Bu dostluğun bu kadar uzun ve taze olmasının Endülüs ve Anadolu topraklarının ortak sıcaklığında ve yakın kültürel kodlarında yattığını düşünüyorum.

Foto altı yazısı

İnsanoğlu ateşi yakıp otu, eti koyunca üzerine, ilk burnu sevinmiştir.  Ohh demiştir. Ne de güzel kokuyor. Ben İspanya’da bir öğle üzeri oturunca yemeklerin başına, o ilk insan gibi olurum. Burnum beynime seslenir, bar der, çok tanıdık bir şey var burda, ilk ataların gibi eski, ninenin serdiği kahvaltı gibi taze ve dün gece gördüğün rüya gibi aziz

BU GÜZELLERİ ANLATIRKEN TEVATÜR MÜ ETMİŞLER? MESELA YAHYA KEMAL..

Yahya Kemal’in orada olduğu zamanların üzerinden çok sular aktı. Dünya halkları yalancı bir yakınlaşmanın gölgesinde maddeci bir arzuyla birbirinden uzaklaştı. İnsanlar artık bir yabancıya karşı kendilerini açık etmekten çok uzaklar. Ya da karşılıksız bir iyilik göstermekten.  Endülüs toprakları bu anlamda nispeten samimi. Bir de, ben çok şanslıyım. Cecilia Endülüs içinde en Endülüslü olanlarından. Yani, ona bakacak olursam Yahya Kemal hiç abartmamış. Cecilia hem çok güzel, hem çok alımlı, hem de çok sahici bir kadın.

  • ENDÜLÜS SOKAKLARINDA SANAT: MÜZİK, RESİM, DANS?

Endülüs’de sanat birincil ihtiyaç. Hiç abartmıyorum; ekonomik durumu çok kötü de olsa insanlar sanattan hiç uzak kalmıyor. Aksine hayatın zorlu yüzünü sanatla yumuşatıyorlar diyebilirim. Oradayken, bir milletin kültürünün omurgasında sanatın olduğunu ve onu kaybetmenin her şeyi kaybetmeye eşdeğer olduğunu bir tokat gibi yiyorsunuz yüzünüze. Granada’da tüm dünyada ünü yayılmış gitar virtüözleri hala faal bir şekilde sanatına devam ediyor. Öyle pahalı biletlerle şık salonlarda dinleyebileceğiniz kadar uzakta da değiller. Akşamüstü eski bir evin köşesini döndüğünüz anda elinde gitarıyla çalıp söyleyen çok yetenekli müzisyenler var ortalıkta. Malaga’da Picasso’nun hakkını verircesine yayılmış ve desteklenmiş bir görsel sanatlar ortamı var. Avrupa’nın en iyi modern sanatlar müzelerinden birini makul bir fiyatla gezebildiğiniz gibi şehrin bütün sokaklarında yaşayan resimleri görebilirsiniz.  Sevilla ise dansın başkenti. Hem de bütün dünyada. Sokaklarda kırmızı uzun etekleriyle, hızlı ve tutkun ayaklarıyla, kor dudakları, öldüren bakışlarıyla danseden Flamenkocu kadınlar var. Bütün bir Endülüs toplumuna hakim, onları yaşatan, onları var eden bir sanat var o topraklarda. Keşke benim topraklarımda da böyle olsaydı demenin burukluğunun yanında büyük bir hevesle dolaştım her yeri.

  • TÜRKİYE DENİLİNCE ONLARDAKİ ÇAĞRIŞIMLAR NELER?

Türkiye Endülüslüler için sempati sahibi bir ülke. Dünya genelinde yaygın olan İslam antipatisi orda yok diyebilirim. Tabi bunda uzun yıllar Emevi islamını yaşamış olmanın etkisi büyük. Her ne kadar tarihte Hıristiyanların Emeviler’i yenerek bu toprakları fethetmiş olması gibi bir gerçek olsa da orada yaşayan insanlar için bu bir iktidar meselesi değil. Onlar Endülüs Emevilerinin o topraklardaki varlığını kabul ediyor, önemsiyor ve hatta sahip çıkıyor. Sanki bu toprakları onlardan almış olmanın verdiği bir sorumlulukla emaneti yaşatmak isteyen bir tavırları var. Türkiye için duyduğum sözler de genellikle bu çerçevede. Türkiye’nin zengin ve köklü kültürünün yaşaması ve tanınması için samimi bir istek duyuyorlar. Akdenizli olmak onlar için ayrıca bir övünç kaynağı. Bu nedenle Türkiye’nin bir Akdeniz ülkesi olması onlar için güvenilir ve çekici bir özellik.

  • TÜRKİYE’YE GELENLER OLMUŞ MU?           TÜRK UYGARLIĞI, CUMHURİYET, ATATÜRK HAKKINDA KANILARI NELER?

Arkadaşım Cecilia beş yıl önce beni ziyaret etmek için Türkiye’ye gelmişti. Beraber İstanbul’da vakit geçirmiştik. Aslında İstanbul Anadolu kültürünü gözlemlemek için çok uygun bir şehir değil ama zaten onun da bunun farkında olarak bir kanıya vardığını düşünüyorum. Türkiye’nin büyük, gelişmiş ve uygar bir ülke olduğunun ve en önemlisi bunun da Cumhuriyet ve Atatürk sayesinde olduğunun farkında. Tarihimizi öğrendikçe de saygısı ve sevgisi arttı. Fakat kısaca diyebilirim ki, bir yabancı olsam bile en yakın arkadaşlarından biri olmamda sanırım şu bilginin etkisi çok büyük: Duygu Hadimli bir çobanın ve Beyşehirli bir minare ustasının torunu. Cumhuriyetin bulup yetiştirdiği iki aydın öğretmenin çocuğu. Şimdi o özgür bir kadın ve dünya sahnelerinde şarkı söyleyen bir soprano. Bu bilgi Cecilia’nın Türkiye ve Atatürk hakkındaki fikirleri için en baskın dayanak. Ve ben bununla gurur duyuyorum.

  • SESLENDİRDİĞİNİZ TÜRK ESERLERİNİN İSPANYOLLAR ÜSTÜNDEKİ ETKİSİ NASILDI?

Müziğin sihirli bir yanı vardır. Üzerine konuşamayacağınız bağlantılar, uyanışlar, kayboluşlar sunar size. Ne sözlerden anlamanız ne de nota bilmeniz gerekir. Bu anlamda dinleyicilerin yüzlerinde ve konser sonrası tebriklerinde gözlemlediğim şey yüksek beğeni ve yakın ilgi oldu. Gönüllerinden içeri girebildiğimi sanıyorum. Bi yandan da, müziğin teknik olarak ayırt edici bir tarafı var. Türk eserlerinin müzikal ve dramatik kimliğinin Endülüs müziğiyle yakın tarafları oldukça çok. Seslendirdiğim eserler Cumhuriyet sonrası Türk bestecilerinin Batı müziği temelinde yarattığı işler. Ahmed Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, Nevit Kodallı gibi bestecilerin Anadolu müziğini sindirip çok sesli bir yapıya kavuşturduğu, oldukça dışavurumcu eserler. Bu anlamda, İspanyol bestecilerinin de bizimkiler gibi ulusçu bir yaklaşımla eserler verdiği dönemlerin işleri ile yoğun bağlantılar var. Bu yorumu konser sonrasında müzisyenlerden de duydum.

  • TÜRK MUTFAĞINDAN, MÜZİĞİNDEN, TARİHİNDEN BİLGİLERİ NE ÖLÇÜDE?

Benim verdiğim konser açıklamalı bir konserdi. Hem konser başında hem de eser aralarında Klasik Türk müziği ve çoksesli Türk müziği hakkında kısa bilgiler verdim. İlgiyle dinlediler. Konser sonrası soru soranlar, Türk müziği üzerine daha çok araştırma yapacağını söyleyenler oldu. Açıkçası bizi yeterince tanımıyorlar. Ama bu durumdan bizim de sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Orada konser vermek istememin nedenlerinden biri de bu anlamdaki sorumluluğuma sahip çıkmaktı.

  • BİR TÜRK SANATÇI, BİR KADIN OLARAK SİZİ NASIL BULDULAR? BİZİM “KOR DUDAKLILAR”LA ONLARINKİLERİ MUKAYESENİZ?

Benim Türk olmam, iyi bir soprano olmam, akıcı bir İngilizceyle konuşmam, onların estetik standartlarına göre güzel bir kadın olmam hep açıkça ilgi ve takdir gördü. Avrupa’nın daha batıdaki ülkelerinde edindiğim kanıya kıyasla, Endülüs’de bir Türk’ün bu özelliklere sahip olması imrenilen bir his olarak kendini gösterdi. Daha batıda bu durum şaşkınlık yaratıyor. Sanki mümkün değilmiş gibi. Ama burada takdir, ilgi ve imrenme gördüm. Batı uygarlığının biraz küstah bir yanı vardır. Endülüs’de bu yok. Sanat, hayat, dostluk ve barış onların samimi şekilde önem verdiği ve korumaya çalıştığı şeyler. Karşılaştırmaya gelirsek, Akdeniz kadını her yerde çok güzel. Endülüs’de de, Anadoluda’da.

Bitti……

-*/-*/-*/-*/-*/

Şiir sağ üste girecek

Foto altı yazı

 

Sevilla sokaklarında ‘Kimse yokmuşçasına’ kendini, kalbini ortaya koyan dansçı kadın ve ona aşık iki erkeğin ruhunun müziği. Güneşli desem değil, bulutlu desem değil, kararsız bir hava var. Diyeceğim ki, bu dansın kaderi gibi kararsız bir kader. Yazılmış ama yine de kararsız bir kaderin dansını izliyorum…

ENDLÜS'TE RAKS

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı..

Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...

 

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.

İspanya neş'esiyk bu akşam bu zildedir.

 

Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,

İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...

 

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;

İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

 

Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü,

Göğsünde yosma Gırnata*nın en güzel gülü...

 

Altm kadeh her elde, güneş her gönüldedir

İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

 

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;

Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

 

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli.,

Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli…

 

Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,

Her kalbi dolduran zile, her sineden: "Öle!"

 

Yahya Kemal Beyatlı

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.