Henüz IŞİD bu kadar meşhur ve baskın değilken o günkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir yurtdışı seyahatine çıkıyordu ve uğurlama töreninde “yeni bir dünya kuruluyor biz de o dünyada yerimizi alacağız “demişti. O günden bu yana çok şey değişti. Bu değişimim hükümetin kontrolünde ve o günkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bahsettiği düzlemde mi devam ediyor onu bilemiyoruz. Ama güneyimizde ve hemen yanı başımızda bizimle 1200 kilometrelik sınıra sahip iki komşumuzda oldukça şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Artık katliam kelimesinin bile aciz kaldığı ölümler oluyor. Kimin, kimi niye öldürdüğü belli değil. Düşmanlıklar ve dostluklar günübirlik ve konjönktürel olarak değişiyor. Ben hükümetin bu süreci, 2011 yılı mart ayına dönmek mümkün olsa böyle yönetmeyeceğine inananlardanım. Hem Suriye yerle bir oldu hem de tüm bu sürecin yükü Türkiye’nin üzerinde kaldı. İki milyona yaklaşan göçmen kitlesi ve onları takip etme ihtimali olan diğer milyonlar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi Suriye ve Suriye’de yaşananlar, ABD başta olmak üzere IŞİD için toplanan küresel ağaların umurunda değil. Anlaşılan onlar ta başından itibaren Suriye için bu fotoğrafı öngörmüşler. Yanan Türkiye’nin ciğeri, yakılan Suriye ve Suriyelinin geçmişi. Cumhurbaşkanı, ABD dönüşünde küresel güçlerin IŞİD’le yapacakları mücadelede birlikte olmanın şartlarını açıkladı. Bu şartlar 2011 Mart ayında dayatılsaydı, Suriye belki de bu noktalara gelmeden arzu edilen çözüme kavuşabilirdi. Olan oldu ve bu gün Cumhurbaşkanı da hükümette konuya 2011 yılına göre farklı yaklaşıyor. Bu yaklaşımın öncesine göre daha doğru olduğundan hiç şüphe yok.
Cumhurbaşkanı, kendisine IŞİD’e karşı savunma ve saldırı hattında birlikte olmayı teklif eden müttefik güçlere bu üç talebi ortaya koyarak hayır dedi. Üç talebin tamamı ABD ve batının kabul etmeyeceği ya da kabul etse bile ipe un sereceği konular. Buradan da anlaşılıyor ki hükümet bu konuda batı ile birlikte hareket etmeyecek. Bu tabii ki IŞİD’e yakın durduğundan değil, Esed konusunda aynı müttefik güçlerin Türkiye’yi ve hükümeti nasıl yalnız bıraktığını bilmesindendir. İki milyona ulaşan göçmen kitlesi için batının yaptığı hiçbir şey yok. Bu göç dalgasının durup durmayacağı ve duracaksa nerede duracağı da belli değil. Batı ve ABD şimdi Türkiye’den tüm bu belirsizlikler üzerine bir de yakın coğrafyasıyla savaşmasını ve bu yükü taşımasını bekliyor. Hükümetin bu yükün altına batının formladığı misyonda girmeyeceği anlaşılıyor. Süreçten uzak kalmayacağını da söylediğine göre, bu sorunu kendi yöntemleri ve yol haritasıyla çözmek isteyecektir.
Türkiye’nin yol haritasında onlarca yıldır kendisini meşgul eden PKK ve türevi silahlı güçlerin enerjisini IŞİD üzerinde harcanması planı var mıdır bilinmez. Ama gelişmeler o noktaya doğru gidiyor. Bu durum da Türkiye, IŞİD konusunda ABD ve batı gibi düşünmeyebilir. Onların aksine IŞİD’in bu enerjiyi almasına mukabil yaşaması için çaba bile sarf edebilir.
Yenidünya düzeni bu küresel güçlerin meydana sürdüğü enstrümanlar ile şekillenecekse, bu gün açısından eniyi enstrümanı Türkiye’nin kontrol ettiğini söyleyebiliriz. ABD ve Batının Irak başta olmak üzere Suriye ve diğer Ortadoğu coğrafyalarına kayıtsız kalması düşünülemez. Coğrafi uzaklığa rağmen süreçten düşmek istemiyorsa kafası, kafesin içinde olmalı. Kafesin kontrolü eğer onda değilse, bunu da ABD ve batı düşünsün.