Biz Allah'ın kitabında okuduğumuz her ayeti kerime karşısında büyük bir huşu duyar, imanımızı güçlendiririz. Hepsini beceremesek te anlamaya çalışırız. En azından unutmadıklarımız vardır. Bu kitabın bizi ve tüm hayatımızı ilgilendirdiği konusunda şüphe duymayız.
Fil Suresi de bunlardan birisidir. Her gün namazlarımızda defalarca okuduğumuz bu sure-i celilede Allah’ın sonsuz azamet ve gücünü görürüz. Allah'a ve Allah'ın şiarını karşı açılmış savaşların, bu savaş aşan müstekbirlerin hazin sonlarını görmeyi severiz. Bu acı ve ibretlik son; onlar adına hazin, bizim adımıza sürur vericidir.
Tarihin tozlu sayfaları; dünyanın muhtelif köşelerinde Allah'a ve Allah'ın koyduğu kurallara düşmanlığını ilan etmek, ona karşı zihnindeki savaşı kazanmak için yola çıkanlarla doludur. Sonra ne mi olur? Bazen Allah, kendi kullarına özel bir imkân ve yardım verir. Calut’a karşı bir Talut’u gönderir. Bir taşla yere serdirir. Bedir’de meleklerini gönderir… Ama beklediği tek şey, orada bulunan iman erlerinin sebatıdır. Kendi üzerlerine düşeni yapmış olmalarıdır.
Bazen de buna daha farklı bir yöntemle çözüm bulur rabbimiz. Ebabillerini gönderir ve onların güçlerinin zevalini gösterir. Ebabil konusun açılınca biz, Ebabillere yem olmaktan onlar tarafından cezalandırılmaktan korkmayız… Elhamdülillah… Lakin yaşadığımız veya yaşandığına şahit olduğumuz sıkıntılar karşısında ebabil bekleme gibi bir tembelliği de severiz. Her gün yeni bir Ebabil bekleriz.
Fil Suresini ve fil olayına baktığımızda bir kul olarak bizim asıl dikkatimizi çekmemiz gereken yer, sadece bir Emri ilahi ile taşların atılması olmamalı… O güne kadar sahibi olduğu Kâbe’ye en güzel şekilde hizmet eden, koruyabileceklerini kuruduktan sonra gücünü aşanlar konusunda Allah’a güvenmektir. “Onu da sahibi koruyacaktır…” diye iman ve inkıyat gösterebilmek çok önemlidir. Ama öncesinde tavizsiz bir görev bilinci şart…
Doğu Türkistan'da zulüm devam eder, gözümüz semada ebabilleri arar… Filistin; İsrail zulmü altında inler, aklımızda hep ebabillerin taşları gezer… Afrika’da açlık vardır, Yemen’de ağaç yaprağı bile bulunamaz, biz yine ilahi yardım bekleriz. “Ya Rabbi Mazlumları koru… Açları doyur… Yetimleri gözet… Çaresiz kalmışlara sen çare ol… Zalimlerin başına taş yağdır…” diye dua ederiz. Yetimleri gözetmek, açları doyurmak, mazlumlara kol kanat germek, zalimin karşısında dik durmak gibi görevlerimizi de unutuveririz… Oysaki bir Müslüman olarak görevimiz, mazlumların sinesindeki acıları dindirecek ebabilleri beklemek ve ebabillerin gelişi için dua etmek değildir.
Bizim görevimiz olan, asıl beklenen ve bizi Rıza'yı ilahiye ulaştırıp cennetine nail kalacak şey, Ebabil olmaktır. Bu konuda her kulun ayrı bir imtihanı vardır.
Burada merhum Cahit Zarifoğlu’nu hayırla yar etmek ve hatırlamak gerek…
“Farz et körsün, olabilir,
Elele tut,
Taş al ve at,
Kâfiri bulur.
…
Bir yumruk harbinden nasıl kaçtın?
En arka safta bile kalmadın,
Cengi attın, dünyaya daldın,
Tezeğe konan sinekler gibi.”
Siz bu satırları okurken, biz bu toprakların Ebabil olmaya niyetlenmiş gönüllerinin kardeşlik ve sevgi tohumlarıyla Sudan'a inmiş olacağız. Sizin emanet olarak verdiğiniz her bir kuruş ve hediye hangi kırık gönlün bir gamına derman olacak bilemem… Oturmak, beklemek, dua etmek kolay şeyler… Lakin ayağa kalkıp yürümek gerek… Ebabil’in hedeflediği zalimlerden olmayacağız. Zalimlerin zulmüne çanak tutan menfaatperestlerin maddi ve manevi dünyasında olmamak, onların gölgesini çoğaltmak da gerek…
Biz kulluk görevini icra ederek beklemenin daha verimli olacağına inanıyoruz. Bu uzak diyarlardan selam ve dualarımızla…