EBEDÎLİK DÜŞÜNCESİNİ BURADA ARAMA
Yaşadığımız çağda vahşi kapitalizmin pençesine düşen mü’minlerin çoğu, seküler bir ruhla donanmış, bu yeni durum: “Mutfak, tuvalet ve banyo” üçgeninde yeni bir yaşama alanı oluşturmuştur. Globalleşme ile birlikte bütün dünyayı etkisi altına alan modern proje, Müslümanları da etkilemiştir. İnsanın bakışlarını ilahi olandan, buraya, şimdiye çevirmiştir. Bunun adı, İslam’ın insana yüklediği dünya kurmak değil, dünyevî merkezli bir huld düşüncesi tuzağına düşmektir. Böyle bir zihinsel yapı, insanı daha çok zevk peşine sürükler ve tutkulara yönlendirir. Çünkü dünyevîleşmenin böyle bir çekiciliği vardır. İnsan hikmet ve irfandan koptuğu anda onun dünyevileşmenin yarattığı cazibe alanının dışına çıkamaz. Kur’an, “ebedîlik” düşüncesini burada, şimdide arayan insanın ruh halini çok güzel tasvir eder:
“İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer.”[1]
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der.” “Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der.”[2]
“(O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.”[3]
İslam iktisat anlayışı, kapitalist ahlak anlayışında olduğu gibi lâahlâki değil, ahlâkîdir. İslam, insanın fıtrî ve nefsanî duygularını terbiye etmeden, onu iktisadi piyasalara salmaz. Eğer yaşadığımız hayatta bunun tersi oluyorsa en büyük sebep, insanımızın İslami terbiyeden yoksun bir şekilde bırakılmış olmasıdır. Müslümanların tarihinde “ahîlik” teşkilatı vardır. Bu teşkilatın en büyük amacı, geçimini ticaretten elde edecek olan girişimci esnafa helal ve haramı, İslam ticaret hukukunu ve ahlak esaslarını öğretmektir. Bu kurumun onaylamadığı bir tüccar ya da esnaf ticaret yapamazdı. Ticaret için belli bir İslamî bilgiye sahip olmak gerekiyordu. Çünkü Müslüman bir tüccar, ben kazanayım da nereden olursa olsun mantığının adamı değildir. Gerek kazanç ve gerekse harcama yolları Allah’ın belirlediği sınırların dışına taşmamalıdır. Ahîlik terbiyesinden geçen insanlar salt ticaret ilmihali diyebileceğimiz bir bilgi aktarımından geçen kimseler değil, Allah’tan gayrisine tutsak olmamaları için nefis terbiye ve tezkiyesinden de geçen insanlar oluyorlardı. Çünkü İslam, dünya kurma işini bu insanların eylemleriyle gerçekleştirecektir.
İslam, servetin biriktirilerek, belli ellerde dolaşmasına karşıdır.[4] Sermaye, üretime dönüştürülmesi gerekir. Eşyayı biriktirmek bir Protestan ahlakıdır. Böyle bir ahlak ise, kapitalizmi doğurur. Neticede biriken sermaye, dindarları sekülerleştirir. Sekülerleşmiş bir insan, sınır tanımaz bir hırs yarışına girer, artık bu ihtirasın bir sınırı yoktur. Gönlü aç olan kimsenin gözü asla doymaz. İslam’da aslolan, gözün doyurulması değil, kalbin nimeti veren Allah’la doyurulmasıdır. Eğer böyle bir tedavi uygulanmazsa, sınır tanımaz ihtiraslara bürünmüş servet düşkünlüğü, her türlü kötülüklere kaynaklık edebilir. Bu sebeple mü’minler, eşyayı bir araç olmaktan çıkarıp bir gaye haline dönüştürmemelidirler. Kalpler marxı, doları, zikirle değil, ancak Allah’ı zikirle huzur bulur. Eğer para, makam-mevki, yat-kat ve her türlü şehvete dayalı sevgi, kalpleri istila ederse, kalpler put haneye dönüşebilir. Böylesi bir kalb ise sakimdir, hastadır. Kalb bozulursa bütün azalar bozulur ve Yaratan’a başkaldırır.
İslami dünya görüşünde eşya, servet, mal-mülk, ihtiyaçları karşıladığı sürece bir anlam ve değer ifade eder. Harcamalar, ihtiyaçlar ötesine geçtiği zaman, insanı, faziletli davranışlardan soyutlar ve felaketlere vasıta olabilir. Bununla da kalmaz, insanda istiğna, yani Allah’a ihtiyaç hissetmeme, Allah’a rağmen yaşama gibi bir talep oluşturur. Netice, şirk ve küfür bataklığına düşmektir. Çünkü gaye haline getirilen eşya, artık ilahlaştırılmıştır. Muhyiddin-i Arabi, “sizin ilahlarınız ayaklarımın altındadır” derken bunu kastetmiştir. Bu şirk noktası insanda ebedilik düşüncesini burada, şimdide aramayı kamçılar. Bu tür itikâdî sapmaların asıl sebebi, mü’minlerin, Allah’ı, gereği gibi takdir edemeyişlerindendir.