Ecel; bir vakit veya o vaktin sonu demektir. İnsanın dünyada eceli demek, ölümüne kadar olan ömrünün müddeti veya onun sonu, ölüm ânı demektir. Öldüğü anda bu ecel gelmiş ve yetmiş olur. Herhangi mânâ tasavvur edilirse edilsin bu ömür, bu ecel birdir. Bir kere tahakkuk eder. Bir insan için bu ölüme kadar iki ecel tasavvuruna imkân yoktur. Fakat bu ecel yetmekle her iş bitmiş olmaz. Bundan sonra da diğer bir ecel bir son gelecektir. Bu ecel de bu müddetin sonunda ve Allah’ın huzurunda iyi ve kötü her sorumluluk son bulacak, soru ve hesap tamam olup dünya hayatının bütün defterleri kapanacak, ondan sonra ya ebedî olarak sevap veya ebedî olarak azap devresi gelecektir. İşte burada “takdir edilmiş ecel O’nun katındadır”’ın anlamı; kıyamet, saat, ölümden sonra Allah’ın dirilteceği gün, toplanma günü, suâl günü, hesap günü, ceza günü, kıyamet günü, ayırma günü demektir. Ölüm ecelinden başka bir ecel olan bu ecel-i müsemmâ, ecelin nihayet mânâsı itibariyle ahiret bölümünün başlangıcı olan saat ve vakit mânâsı düşüncesiyle de ölümden o saate kadar olan “berzah” müddetiyle yorumlanır.
İslam kaynakları arasında yer alan Tevhîd ve adâlet risâlelerinde insan hürriyeti bağlamında ortaya atılan en önemli konulardan birisi de “ecel” meselesidir. Bilindiği gibi akılcılığa güçlü vurgu yapan kelami akımlara göre, insan eylemlerinin yaratıcısıdır. Bu ilkeden hareketle, ecelle ilintili olarak Allah’ın fiili ile insanın fiili nerede başlayıp, nerede sona ermektedir? Ecellerin hangisi Allah’tan, hangisi insandandır? Bu sorular tevhid ve adâlet ehli gruplar arasında kıyasıya tartışmalar yaratmıştır. Onlar, Allah’ın fiili olarak gördükleri “doğal ölüm” ile insanın bir diğer insana yönelik olarak ( kıtâl) veya “intihar” eden insanın kendisine yönelik olarak işlediği suç ve zulüm nitelikli öldürmeyi birbirinden ayırmışlardır. Çünkü bunlar, insanın fiilleridir. Elbette yüce Allah yaşama süreleri belirlemiştir. Bu arada birbirlerini öldürme gücünü de insana vermiştir. Allah, haksız yere cana kıymayı yasaklamıştır.(bkz. el-En’âm 6/151). Bu âyet ve yorumlardan hareketle, insanın bu eylemi yerine getirmeye gücü yetiyor ki, Allah onu yasaklıyor, şeklinde görüş belirtmişlerdir. Durum gerçekten böyle midir?
İslam inancı açısından, insan ömrünün uzayıp-kısalmasında nihâi takdir Allah’a aittir. Ama bu ilahi takdiri, hiçbir zaman cebriyecilik dediğimiz fatalizm/kadercilik anlamında düşünmemek gerekir. Ecel, süre/müddet demektir. Allah canlı, cansız her türlü varlık için bir ecel/süre belirlemiştir. Her türün bitkilerden hayvanlara normal şartlarda yaşadığı takdirde yaş ortalama çıtası vardır. Herhangi bir bitki, ağaç ya da canlı türünün normal şartlarda kaç yaşına kadar varlığını sürdürebileceği bilim adamları tarafından tespit edilebilmektedir. Acaba, insan türünün böyle bir yaş ortalaması yok mudur? O halde her türün bir eceli olduğuna göre, insan da bu kanunun dışında değildir. Ama unutmayalım ki, insanın eylemleriyle eceli arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kur’an’dan öğrendiğimize göre Hz. Nuh 950 sene yaşamıştır. Hayvan türleri içerisinde 500 yıl yaşayanlar vardır. Bilindiği gibi tıbbî olarak ölüm, hücrelerin fonksiyonlarını yitirmesi olarak tanımlanır.
Çağımızda insan genomu üzerinde yapılan araştırmalar doğal insan ömrünün daha verimli olabileceği varsayımlarını gündeme getirmiş olması bir çeşit Allah’ın evrene koyduğu yasasının büyüklüğünü göstermektedir. O halde belli bir süreçte insan ömrünün uzayıp kısalması kendi sorumluluk alanıyla da bağlantılıdır. Ölüm öncesi hayatta sebeplere, sağlık bilgisine, tedaviye, dışa ait konumlara riayetin faydalarını hepimiz bilmekteyiz. Bunu, bilimsel alanda yapılan istatistik çalışmalarına dayalı olarak söylemek gerekirse, sosyal refah anlayışına dayalı yönetim tarzı, stresten uzak bir hayat, dengeli beslenme ve sağlıklı yaşam önemli oranda insan ömrünün uzun oluşunu etkileyebilecek sonuçlar doğurmaktadır. Kalkınmış ülkelerde ölüm yaş ortalamalarının çok yüksek olması, yoksul ülkelerde ise bunun düşük olması bu tezi, doğrulamaktadır. Olayın bize bakan cephesi yönüyle söylemek gerekirse, Allah’ın ömrümüzü takdirde bizim bireysel eylemlerimize dayalı tasarruflarımızı gözettiğini söylemekte bir sakınca olmasa gerekir.