Efsane” ve “Masal”

Seyit Küçükbezirci

“Efsane” ve “Masal” olmuş bir sokak: Pürçüklü

 

            Biliyor musunuz? Dün elli yıl önceye uyandım… Aylardan yine temmuz; saatlerden 9; yine o eski 9… Tamı tamına yirmi yaşındayım. Tanıdınız mı? “Ben Seyit Küçükbezirci”

            Kasapsinan Sokağı no:18, evimiz; yüz adımda “İstanbul Caddesi”… Oh, şükür. Çok şükür; “Şair-i âzam” Feyzi Halıcı; “Sen geçeceksin diye, henüz İstanbul Caddesi’ni trafiğe kapatmamış”…

            Kasapsinan’ın tam karşısı “halkacı”Derviş Ağa’nın simit fırını. Kızgın “Sille kent taşı” fırından iki “halka”yı beni görünce kürekleyip çıkardı; koluma taktı.

            Derken; “Tahralı Hanı”nı, “Esat Efendi Hanı”nı, “Bobi’nin Oteli”ni gece gece “İş Bankası”na varmadan sola kıvrıldım. Her sabahki gibi “Fenni Fırın” önünde taze somun, yani, “Çarşı ekmeği” bekleyen çocuklar; yol boyu, nasip bekleyen “Körükler”… “Pürçüklü Sokak” neresi bilmez; orası “Matbaacılar Sokak”… İşte “Arnavut kaldırımı”,  taş döşeli sokaktayım, şimdi…

KONYA’NIN “BÂB-I ÂLİSİ”NDEN MEKÂNLAR, PORTRELER

            Konya’nın bütün “büyük” matbaaları bu sokakta… Ülkü Basımevi, Yıldız Basımevi, Nazım Bey Matbaası, Şevket Eskil’in Kanaat Basımevi… Yeni Kitap Basımevi hemen yan çıkmaz sokakta. Ziya Baştav’ın “IŞIK”; Takva’nın “YENİ MERAM”; Emin Ergene’nin “ŞEHİR POSTASI”; Rıdvan Bülbül’ün “SABAH”; “Babahasanlar”dan Mustafa Naci Gücüyener’in “YENİ KONYA”; Mahir İba’nın “ANADOLU” gazeteleri burada “günlük” yayınlanır. “Kodaman” yazarlar, “çaylak” muhabirler; “tashihçi”ler… Ve en havalısından genç “Umumi Neşriyat ve Yazı İşleri Müdürleri”…

            Yüzlerce “hurufat kasası”ndan, tek tek alınarak dizilen, sayfa yapılan milyonlar harf… 57*82 düz tabaka gazete kâğıtlarının sabahlara kadar sallandığı deprem gibi çalışan “tipo baskı makinaları”…

            Pürçülü, ya da Matbaacılar Sokakığı. Efsane gazeteler Babalık ve Ekekon bu sokakta yayınlanmamış; ama, 1950’den itibaren yayın hayatına doğan bütün gazete ve dergilerin toprağı bu sokak… Elli yıl önce, yeni bir gazeteci kuşağın yönetiminde; ama, bütün “eski zaman” “edibleri”, şairleri, âlimleri kuruldukları sayfa köşelerinde “baş tacı”…

BENİM AŞİNA” OLDUĞUM KALEM VE FİKİR ERBABLARI

Yazıya sevdalığımız ilk yıllarda “Takkeli Dağ” gibi gördüğümüz NAMIK AYAS… “Başöğretmen” “Baş Muharrir” FEYZİ HALICI; “İstanbul Caddesi Şairi”; “Çağrı”nın babası, her şiiri dillerde, gönüllerde… Özel bir “üslupçu”, Ekekon’da yetişmiş, yüzlerce “Karınca kararınca” sütununun sahibi CELÂLETTİN KİŞMİR; YAZI OKYANUSLARINA Ekekon’da muhabir olarak girmiş, yol olarak “bilim”i seçmiş; bütün Türkiye’de ünlü müzeci MEHMET ÖNDER; gazetecilikten başka hiçbir mesleği aklından dâhi geçirmemiş, öz demokrat Konya’nın ünlü yönetmeni “Güdümlü Mermi Şairi” ALİ RIDVAN BÜLBÜL… Ve, Cumhuriyet Gazetesi’nin ünlü “Konya muhabiri” SOFU TUĞRUL…

Bunlara; yâni Mehmet Önder, Feyzi Halıcı, Celalettin Kişmir, Sofu Tuğrul, Ali Rıdvan Bülbül’e, o çağda “Konya’nın beş altın çocuğu” denir. Fikir, sanat, kültür, basın bâbında ne varsa “Onlar”dan sorulur. “Biad” etmeyen, katiyen gazete ve dergilerde kök salamaz; filizlenemez bile…

            İnsanın kendisinden bahsetmesi ayıp sayılır; ama, bilmeyen de vardır diyerek iki “çitlem” laf edeyim, kendimden.

Ben, “Konya folkloru” nâmına topladığım binlerce ürünü hocam Cahit Öztelli’nin önüne yığınca, ünlü folklorcudan “icazet” aldım; Özdemokrat Konya Gazetesi’ne “tefrika” bir kitapla adım attım. Gele gide, gele gide Ali Rıdvan Bülbül’den gazetecilik sanatını; “Aziz Matbaası”nda da matbaacılığı öğrendim. Öyle hevesliydim ki, öyle hırslıydım ki; iki yıl içinde, on yılda öğrenileceği öğrendim. Sağ olsun, Ali Rıdvan Bülbül gazetesinin hiçbir imkânını esirgemedi.

1962… Yirmi yaşındayım, “Şehir Postası”nın haşâ her şeyiyim. “Dün-Bugün-Yarın” köşesinde esip gürlüyorum. Hırçın, bıçkın, Konya’da alışılmamış sert bir üslup… Vebâli söyleyenlere ait; “Konya’nın Çetin Altan’ı” diyorlar, benim için.

1962… Genç bir yönetmen olarak, “genç bir kadro” oluşturmak peşindeyim… Kendime de kadroma da yol açmak istiyorum. Buna mecburum da. Çünkü basın-sanat yollarının başını “Konya’nın altın çocukları”; “Konya’nın beş altın çocuğu” tutmuş… Eski “hayran” olduğum ustaları kıskanıyorum; deli gibi… Artık rakipleriyim, “muarızlarıyım”…

“Konya’nın beş altın çocuğu”nu basın toprağına kök salmak için, basın denizlerinde yelken vurmak için karşımıza almışız… Yazı bâbında her şeyin daha iyisini, daha yenisini yapmaya çalışırken “eski kaleler”i de düşürmeye çalışıyoruz. O dönemin bu yönlerini tam ortaya koyabilmek için kitap yazmak lâzım.

O SOKAĞI DA, BU İNSANLARI DA ÖYLE ÖZLÜYORUM Kİ…

            Yerimiz olduğu kadar anlatayım…

            Ünlü polis muhabiri Ali İhsan Tuna, yani, Arap Ali İhsan. Bir ayağı aksak, tatlı çikolata renkli, elleri sürekli limon kolonyalı. Kendi kadar ünlü bisikletine yan basa basa her baskında polisin yanında, Milliyet’in muhabiri…

            “Edip Hoca”; yani, Edip Yılmaz… Lâcivertleri en zarif giyen, gümüşî saçın en çok yakıştığı yazar. “Akşam Gazetesi”nin değişmez Konya muhabiri. Her gün mutlaka kedilerine taze ciğer alınacak; her gün batımı mutlaka “Akşehirli”ye uğranacak…

            Kadıya “kör kadı” diyebilecek doğrulukta Mustafa Ataman. Babalık’lardan, Ekekon’lardan, Konya basınına armağan; “alay”dan yetişmiş sert bir kalem. Eğri söz şöyle dursun; mümkün olsa, eğri harflere bile razı olmayan bir kişilik…

            “Şapka inkilabı”ndan beri fötr şapkasını çıkarmamış “muallim ve muharrir” Ramiz Arda. Yüzlerce yazısı üslûp, güzel Türkçe, yalın anlatım dallarında okullarda örnek metin olabilecek kıratta. Yürüyüşüyle, oturuşuyla, bütün davranışlarıyla konuşmadan “adab-ı muaşeret” öğreten biri.

            Konya’nın unutulmuş nesi varsa gün yüzüne çıkarmaya bir ömrü sebil eden Selçuk Es. Pürçüklü Sokağa hatıra yazıları, folklor ürünleri, ansiklopediler akıtan “insan sûretinde bir nehir”. Hem de “fisebilillah” akan bir nehir…

            Köşelerin yorulmaz, usanmaz yazarları: Enver Şevki Botsalı, Osman Özdemir, Ali Sert, Sıraç Aydın Taşbaş, Afif Evren, İbrahim Aczi Kendi, Mahmut Sural…

            Konya’da “spor gazeteciliği”nin kurucusu Nail Bülbül, Naim Bülbül… Rasim Karaduman, Ünal Ketencioğlu, Erol İlday.

            İstanbul gazetelerinin Konya muhabirliklerini büyük savaşlar sonucu“kılınç hakkı” olarak kazanan Sofu Tuğrul, Sıtkı Uluata, Metin Berberoğlu, Edip Yılmaz, Ali İhsan Tuna; “muhabirlik”lerin imtiyaz sahibi Ali Rıdvan Bülbül… Öyle özlüyorum ki; o “atlatma haber” savaşlarını

NE İSTEDİLERSE BU ŞEHİR İÇİN İSTEYENLER

            Ben, bu “aziz” insanların, elli yıllık bir zaman dilimi içerisinde, yüzden fazlasının evlâdı oldum, yakını oldum, dostu oldum; ağabeyi oldum, kardeşi oldum. Ne üstüne yemin isterseniz edeyim. Çoğu ne istedilerse bu şehir için istediler. Bu şehrin yücelmesi için, kimse kendilerini yükümlü tutmadığı halde, “durumdan vazife” çıkardılar. Aklınıza gelen/gelmeyen bütün zorluk ve yoksunluklara katlanarak hizmet etmeye çalıştılar. Bugünkü Konya eğer bir yerlere gelmişse; ve biz bunun sefasını sürüyorsak, ONLAR’a çok şey borçluyuz. Ama, ONLAR, bizim borçlu olmamızı, kalkıp gelseler, hiç kabul etmezler.

            Gönlümde “O SOKAK”; yani PÜRÇÜKLÜ SOKAK; yani, “MATBAACILAR SOKAK” öylece yaşıyor. Keşke, bir çaresi bulunsaydı da öylece kalsaydı ve ben, sizi “O SOKAK”ta adım adım ağırlasaydım.

            Biliyor musunuz? Dün, elli yıl önce uyandım.

“Yâr hânesinde yastığım bir taş idi…

Altım çamur, üstüm yağmur; yine gönlüm hoş idi”…

 

GELECEK PAZARTESİ: Ateizmden Allah’a ve Melahat Kıyak Ürkmez romanı…   

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.