Eğer böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve fesat olur!
Böyle buyuruyor Yüce Yaratan. Ayetlerde önce Yüce Allah’ın ölçüleri sayılıyor, iman edenlerin birbirlerinin dostları olduğu anlatılıyor, inkârcıların da birbirlerinin dostları olduğu açıklanıyor, Yüce Allah’ın tüm her şeyi görüp bildiği hatırlatılıyor ve ardından şöyle ilan ediliyor: “Eğer böyle yapmazsanız, Allah’ın ölçülerini yerine getirmezseniz yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat olur!” (8/73)
İşte şu günlerde yıldönümünü idrak ettiğimiz Kerbelâ olayı, Müslümanların bu ve benzeri ilahî gerçekleri göz ardı etmelerinin sonucu yaşanmış tatsız olaylardan biridir. Her günün Aşure gününe ve her yerin Kerbelâ’ya dönüştüğü günümüzde, Kerbelâ olayını iyi tahlil etmemiz ve onlanlardan alınacak dersleri almamız kaçınılmazdır.
Olayı kısaca şöyle tahlil edebiliriz:
Hz. Hüseyin açısından Kerbelâ:
Peygamberimizin sevgili torunu, cennetin iki gülünden biri olan Hz. Hüseyin, yaşadığı toplumda taşıdığı sorumluluğun bilincinde olan bir şahsiyet. Seçilerek ve liyakatli oldukları için değil, bir takım ayak oyunlarıyla işbaşına gelmiş zalim yöneticilere karşı durmanın sorumluluğunu taşıyan bir önder. Konumu itibarıyla yapması gerekenleri yapma düşüncesiyle harekete geçen bir kıyâm adamı. “Gel başımıza geç ve hakkaniyetle bize sahip çık” mealinde kendisine gelen bir heybe dolusu yüzlerce mektup ve sayısız teklifler karşısında duyarsız kalamazdı. O da durmadı, kayıtsız kalmadı ve harekete geçti. Savaş için çıkmadı yola. Öyle bir düşüncesi olsaydı, yetmiş kadar çoluk çocuğu ile değil, etrafında toplanacak ve binlerden oluşacak askerleriyle çıkardı yola. Ama o, fitne ve fesat çıkarma sevdasında değildi. Omuzlarına yüklenen ağır yükün hakkını verebilme adına, sorumluluğunu yerine getirme adına düştü yollara… Nitekim zalimlerin kuşatması karşısında onları şöyle seslenerek gerçek niyetini açıklıyordu: "Beni bırakın Medine'ye geri döneyim; yahut izin verin serhadlere gideyim ve şehid düşene dek Allah yolunda savaşayım; yahut aınç yolumu Şam'a gidip Yezid ile bizzat görüşeyim. Kardeş kanı dökülmesin!"
Ehl-i Beyit açısından Kerbelâ:
Hz. Peygamberin ehliydi onlar, haksızlık karşısında sessiz ve suskun kalamazlardı. İşte bunun için, ‘Hak ve hayırda seninle beraberiz, sen nerede biz oradayız’ diyerek düştüler yola. Önce Medine’den sonra Mekke’den ayrıldılar. Çoluk çocuk, kadın erkek döküldüler yollara. Zira onlar, yeri ve zamanı gelince hicret etmenin gereğine inananlardandı. Onlar, Ümmetin sürekli okuduğu ve kıyamete dek hep okuyacağı Allahümme Salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed/ Allahım Muhammed ve âline selam olsun, duasını hak etmeyi ve o duaya layık olmayı diliyorlardı.
Zalimler açısından Kerbelâ:
Müslüman’dı adları, Kur’ân okurlar, namaz kılarlardı. Ama dünyevileşmiş Müslümanlardı onlar. Makam mansıp hırsı gözlerini bürümüştü. Okudukları Kur’ân çoğu zaman gırtlaklarından öteye geçmiyordu; kıldıkları namazlar, kötülüklerden onları alıkoymuyordu. Müslümandılar, ama zâlimdiler. Haksızca gelip oturmuşlardı makamlarına. Cahilî kabilecilik taassubundan, cahiliye tutkularından tam olarak arınmamışlardı. Onlar için hedefe ulaştıran her yol mubahtı. Zira onlar merkeze nefislerini almışlardı ve öncelikleri makamlarıydı. Onlar için her şey makam mansıpta kalmaktı. Düşünemediler, fanî dünyanın makamları uğruna, ebedî âlemin makamlarını kaybedeceklerini. Sen yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak bir varlık mı yaratacaksın, diyen melekleri unutmuşlardı. Kıskançlık tutkuları ile yeryüzünde ilk olarak kan döken ve kaybeden Kabil’i unutmuşlardı. Fesat çıkarmak için haksız yere bir cana kıyan tüm insanlığın kanına girmiş gibidir (5/32) ilahî fermanı unutmuşlardı. Hz. Peygamberin uyarılarını göz adı etmişlerdi. Sonuçta Kerbeâ’da, çoğu çocuk ve kadın 72 masum insanı katletmekten çekinmediler. 72 insanı katlederek yetmiş iki insanlığı birden katlettiler. Ümmetin bağrına kıyamete kadar dinmeyecek bir acıyı sapladılar. Ayrılık ve gayrılık tohumları attılar. Sonuçta dünyalıkları ve makamları da kalmadı. Yıkılıp gittiler, artlarında çok kötü namlar bırakarak…
Bizim açımızdan Kerbelâ:
Tarihi doğru okumalıyız ki tekerrür etmesin benzer tatsız olaylar. Geçmişi yargılamayı Hakim-i Mutlak’a bırakarak ibretle okumalıyız tarihî olayları. Fitnelere karşı uyanık olmalıyız. Makam mansıp hırsının insana neleri yaptıracağını bilmeliyiz. Bunun için Yüce Yaratıcı’nın ölçülerine gönül ve baş kulaklarımızı açmalıyız. Merkeze Kur’ân ile Sünneti; hedefe Allah’ın Rızasını ve Ahireti koymalıyız. Unutmayalım ki Kerbelâ, her türlü fitneye karşı uyanık olma, her çeşit fesada karşı diri olma ruhudur.
Unutmayalım “Eğer böyle yapmazsak, Allah’ın ölçülerini yerine getirmezsek yeryüzünde fitne ve büyük fesatlar olmaya devam edecektir!” Sonuçta bu fitne ve bela kazanı içerisinde biz de kalır ve kaybedenlerden oluruz.