2008 Kasım'ında Comenius projesi nedeniyle Polonya'nın Kalisz kentine gitmiştim. Orada bize kule şeklinde bir müze gezdirmişlerdi. Müzenin bir katında duvarda bir resim gördüm. Resimde bulutlar içinde entarili ve takunyalı bir adam vardı ve Kalisz şehrinin üzerinde duruyordu. Sorduğumda, "Kentimizi daha önce Hz. Meryem'in nişanlısı Yusuf şehrimizi koruyordu. O, daha sonra bu vazifeyi Aziz Nicholas'a bıraktı. Resimdeki Aziz Nicholas." dediler. Polonyalı öğretmenlere, "Aziz Nicholas ölmüş olmasına rağmen hala tasarrufu devam ediyor mu?" dedim. Onlardan birisinden "Evet!" cevabını aldım.
Ortalama bir Müslüman yukarıdaki anekdotu okusa/dinlese aklına ilk gelecek şey gülmektir herhalde. Halbuki dışımızda gördüklerimizden aktarılan bir inanç, uygulama vs. karşısındaki İslami tutum, "Acaba bizde de benzer bir yanlış var mı?" şeklinde olmalıdır. Aksi takdirde aşağıda belirteceğimiz üç ayeti "hikâye okur gibi" okuruz, ancak İslam toplumunun ıslahı açısından onlardan ibret alamayız: "Ey Kitap Ehli! (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey Kitap Ehli! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?" (Al-i İmran, 3: 70-71). "Ey Kitap Ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğundan da vazgeçen peygamberimiz size geldi. Ayrıca size, Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap da gelmiştir." (Maide, 5: 15). "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar gerçekten karınları dolusu ateşten başka bir şey yemezler. Kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de onları temize çıkarır. Onlara sadece acı veren bir azap vardır." (Bakara, 2: 174).
Yukarıdaki ayetleri sadece Ehl-i Kitab'ın tutarsızlıklarını görmek/vurgulamak için değil aynı zamanda itikadımızı ve amellerimizi ıslah etmek, hakkı-sabrı tavsiye etmek için okursak yukarıdaki anekdotta mevcut yanlışa şu ifadenin ne kadar da benzediğini söylemeden edemeyiz: "Konya topraklarında on sekiz peygamberin medfun olduğu rivayet edilir. Eski Belediye Başkanlarımızdan Halil Ürün Bey, 'Konya sadece yerüstünden değil, yer altından da idare edilir.' demişti. Gerçekten topraklarının altında barındırdığı peygamberler ve velilerle de Konya’mızın ruhani bir havası vardır. Konya’nın altı da, üstü de berekettir ve rahmettir." (Öğütçü, 2013). Halbuki vefat eden zatlar ile aramızda artık bir berzah (perde) vardır. Onlar hesap gününü beklemektedirler. Vefat ettikten sonra onlara seslensek de işitemezler. İnsanları idare edebilmek ve onların yardımına koşabilmek için canlı olmak gerekir.
Hakikatlerin etki alanını artırma, hurafeleri İslam alimlerine düşen sorumluluk ise daha fazladır. Kitlelerin ilgi alanı olmaktan uzaklaşma korkusuyla, hakikatleri gizlememelidirler. Yukarıda Polonya'dan aktardığım konuşmada bana söylenen yanlış, bazı Müslüman çevrelerce de kutub, gavs, evliya, himmet, tayy-i mekan vb. kavramlar kullanılarak benimsenmişse, yani Ehl-i Kitab'ın düştüğü hataya düşülmüşse, hikmetle ve güzel bir üslupla içine düştükleri bidat konusunda onlar uyarılmalıdır. Aksi takdirde yanlış daha fazla yayılma alanı bulacaktır.
Hakikatin gizlenmesini isteyen bazen de siyasi otoritelerdir. Sözgelimi İslam tarihinde Mekke Şehir Meclisi'nin temsilcisi Utbe'nin, Hz. Peygamber (s)'e vahyi gizleme ve tanrılarını dışlamama karşılığında para, kadın, hükümet başkanlığı teklif ettiği aktarılmaktadır (Nedvi, 1981: 87). Utbe'nin hedeflerine benzer şekilde günümüzde de dinimizin tamamen seninin kısılmasını isteyenler olduğu gibi, o ılımlı İslam, modern İslam, muhafazakâr demokrasi vs. şablonlar arasına da sıkıştırılmak ve sınırlanmak istenmektedir (Sarmış, 2007: 95). Böylece İslam'ın taleplerinin bir kısmının bertaraf edilmesine çalışılmaktadır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslam'ı bilenlerin hakkın bâtıla karıştığını gördüklerinde, bâtılı güçleri yettiği kadar bertaraf etmeleri gerekir. Halkın gözünden düşecekler, şu veya bu itibar zarar görecek ve yöneticiler tepki verecek diye bu görevlerini ihmal etmemelidirler. Bundan dolayı gelir kaybına uğrayacaklarsa o da onların imtihanıdır. İmtihansız bir dünya kurmak kimsenin imkân sınırlarında değildir.
Nedvî, Ebu Hasen Ali Hasenî, Siretu’n-Nebeviyye, (çev: Osman Keskioğlu), İslami Neşr., İst., 1981.
Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, 2 c., 3. bs., Ekin Yay., İst., 2007.
Öğütçü, Recep, Merhaba Gazetesi, 17.10.2013.