Geçen hafta üstü kapalı da olsa yeni bir yola girmek istediğimi belirtmiştim. Uzun zamandır istiyordum bunu. Röportaj -ya da söyleşi de diyebiliriz- normal yazı yazmaktan daha meşakkatli diye göze alamıyordum. Bu konuyu değerli büyüğüm Seyit Küçükbezirci’ye açtığımda sevindi, çok güzel bir proje olduğunu ifade etti. Gazetemizin sahibi Adem Alemdar Bey’in de memnuniyetle karşılayıp ısrarcı desteğiyle birlikte “Haydi Bismillah” dedik.
Güzel şehrimizin her köşesinden, yaşam tarzından ve meslekten insanını tanıtmak, onun bakış açısıyla dünyaya bakabilmek, az da olsa onun dünyasına misafir olup empati kurabilmek adına bu yola çıkmaya karar verdik.
Kimlerle röportaj yapacağız diye düşünürken her birimizden farklı fikirler çıktı. Sonuçta sen kiminle görüşmek istersen hay hay denilince kolları sıvadık, ama yılların usta ve kurt gazetecisi Seyit Hoca durur mu? “İlk önce bizim evin sultanı “hanımağası” Elmas Teyzenle başlayalım. Bilirsin evine bir yazarı misafir etmeyi kesinlikle istemez ama o kişi sen olunca asla hayır diyemeyeceğini, sana olan hislerini, sevgisini biliyorsun. Onu ancak sen söyletebilirsin.”dedi.
Elmas Teyze ile söyleşi benim için de çok iyi bir fikirdi. Güngörmüş, gerçek Osmanlı kadını dediklerinden, ağırbaşlı ve, kültürlü, benim de kendisini çok sevip saygı duyduğum bir büyüğümdür kendisi.
Gelelim sadede… Bu amaçla geçen hafta Elmas-Seyit Küçükbezirci’nin evine ailece misafir olduk.
Amacım Elmas Teyze ile röportaj yapmak olsa da, Seyit Hoca’nın sabotajlarıyla(!) durum daha farklı bir hal aldı. Bürosundayken zaten beni sürekli güldüren, ince esprili Seyit Hoca kendi evinde daha bir gırgır şamata, daha bir komik ve neşel(endiric)iydi. Kızları Fatma Abla’nın eşliğinde çocuklarım Ufuk ve Şevval de oldukça hoş bir akşam geçirdiler.
Buyurun okuyun röportaj diye yola çıktığımız işin neye benzediğine siz karar verin…
Oraya vardığımızda kapıyı Fatma Abla açtı. Ev gayet temiz, düzenli ve sıcacık bir havaya hâkimdi. Elmas Teyze her zamanki gibi güler yüzlü, Seyit Hoca da takım elbisesi ve -kendisine çok yakışan mavi şal deseni kravatlı haliyle-bizleri karşıladılar.
-Hayırdır hocam niçin böyle takım elbiseyle karşımıza çıktınız, biz yabancı mıyız? Fatma Abla cevapladı.
“Babam hafta sonu da dâhil gece yatağına girene kadar bu şekilde durur. Evde onu hiç rahat kıyafetle görmedik.”
Bu duruma şaşırarak salona girip oturduk.
Seyit Hoca;
“Bizim bayramdan bayrama sınırları açılan odanın hudutlarını bugün geçebildik Elhamdülillah!” diyerek hemen Elmas Teyze’ye takıldı.
Biraz oturup hoşbeş ettikten sonra ben Elmas Teyze’nin yanına yaklaşarak kayıt cihazımı açtım ve nasıl bir yol takip edeceğimizi söyledim. Bu arada Seyit Hoca yan odaya kısa bir molaya çıkacağını söyleyerek yanımızdan ayrılmak için kalktı. Kalktı kalkmasına da;
Ben tam Elmas Teyze’ye “Öncelikle kısaca kendinizi tanıtır mısınız?” diye sorduğum anda arkasını dönerek,
“Oldu mu şimdi Serpil Hanım, neymiş efendim? Öncelikle kendinizi tanıtır mıymışsınız?”
“Bu soru benim tüylerimi diken diken ediyor. Acemi çaylak röportajı bu. Sen böyle bir yazar değilsin. Ne diye böyle soruyorsun.” dedi.
O an anladım ki bu iş zor olacak… Ben Elmas Teyze ile konuşacağımı sanırken, Seyit Hoca evin yaramaz, en küçük çocuğu gibi sürekli lafa giriyor, Elmas Teyze’ye takılıyor, “Şunları şunları söylemez o. Bak mutlaka yaz. Aslında şöyleydi, böyleydi …”diyerek ciddi bir çalışma yapmamı ne yazık ki sabote etti (!) değerli okuyucular.
“Ne derse desin! 1960’ lı yıllarda birbirini sevenlerin kullandığı mavi-pembe özel kalın kâğıtlar vardı. Elmas Hanım Bedesten’den zorlukla bir tane pembesinden satın almış. Seni seviyorum Seyit diye bana mektup yazmış, bunu herkes bilsin.”(Gülüşmeler)
Elmas Teyze gülse de buna itiraz etmedi. Fırsat bulup da Elmas Teyze’ye sorabildiğim kadarıyla aldığım cevaplar ise;
60 YILDA “ŞUNU YİYECEĞİM, ŞUNU GİYECEĞİM” DEMEDİ
1940 Konya doğumluyum. Ben de Bezircilerdenim. Seyit Bey’le biz hala-dayı çocuklarıyız. Benim dayımın oğlu. Zaten her gün bir aradaydık, bana dünür geldiler. 61’de evlendik.( Seyit Hoca durur mu; yan odadan sesleniyor. “ Bırak onları anlatmayı da beni nasıl kandırıp yürüttüğünü anlat” diyor. Fatma Abla yarı celallenerek, “ Başka zaman kulakların duymazdı hani ya. N’oldu şimdi?” diyor.
İstanbul Caddesi’nde, Fenni Fırın’ın karşısındaki sokakta 25 sene oturdum. Sonra Yaka Meram’da 10 yıl oturdum. Çocuklar büyüyünce sığamadık, buraya taşındık. 20 yıldır da buradayız.
Bezirciler geniş bir sülale. 3 tane Bezirciler var. Dedemler 3’ü kız,7’si erkek 10 kardeşlermiş. Hepsi bir arada olunca mahallede karıştırılıyormuş. Soyadı kanunu gelince birbirinden ayırt etmek için ayrı soyadları almışlar. Bezirci, Küçükbezirci ve Büyükbezirci. Dedemden Küçükbezirci soyadını almışız biz.
Fatma Abla söze giriyor ve “Annemin zamanındaki gelin kaynana ilişkileri çok farklıydı, ben de çocukluğumdan hatırlıyorum hep bir aradaydık” diyor. “Ataerkil düzendeki hatıraları çok yoğundur.”
“Annem gençken çok çok güzeldi. Çok da bakımlıydı.” diye de ekliyor.
“O zamanda birbirimizi, mahallemizi çok severdik. Zaten hepsi bizim akrabalardı. İstanbul caddesindeki apartmanda en alt katta kayınvalidem kayınvalidesiyle, üstte ben, onun üstünde de eltim oturuyorduk. (Bu arada Fatma Abla annesinin eski fotoğraflarından getirmeye gidiyor.
Seyit Hoca, Fatma Abla ile haber göndermiş yan odadan. “Mini etekli hallerini anlatmaya başladığında beni çağırın da ben anlatıveriyim” diyormuş.)
Hep birlikte 25 yıl böyle oturduk. Hep çok mutluyduk. Evvel çok saygılıydık birbirimize. Yemekler hep birlikte yenilir, yatmadan yatmaya yukarı çıkılırdı.” diyor.
“Annemler şu andaki gelin kaynana gibi değildi. Kaynanaların sözü emirdi, ama kimse bundan gocunmaz, gelinler emir telakki eder, hemen yerine getirirlerdi. Biz çocuklar hiç çekinmeden birbirimizin evlerine girip çıkardık, çok huzurlu ve mutluyduk. 3 katın arasında dolaşıp dururduk.” diye ekliyor fotoğrafları getiren Fatma Abla.
-Peki, kıymetli teyzeciğim o şartlarda 4 çocuğu büyütmek zor olmadı mı size?
“4 çocuğu şöyle büyüttük. Biz 19 yaşında evlendik. Seyit Amcan evlendikten sonra üniversiteye başladı. Çocuklar küçüktü. Ben çocukların yanında yatardım, o geceleri ders çalışırdı. Günlerimiz böyle geldi geçti.
O bana karşı hep çok saygılıydı, hiçbir zaman şunu yapma, bunu yapma demedi. Ben de dedirtmedim herhalde. Beni hiç üzmedi, iyi bir insandır. O beni çok kıskandıysa da ben onu hiç kıskanmadım. Hâlâ da kıskanır beni.
Pilavlı Konya düğünü oldu bizim düğün. Evim çok güzel düzenlenmişti. Komşular, arkadaşlarım hep bakmaya gelirlerdi. Sonra çocuklar doğdu. 2 kız, 2 oğlumuz oldu. Hepsi Konya’da yanımızdalar. Zafer ve Cengiz mermerci, Hilal lise mezunu, Fatma Ziraat Fakültesi mezunu. 1 oğlan 6 kız torunum var.”
Sohbet sırasında ne kadar uğraşırsam uğraşayım, Seyit Hoca’nın bir türlü araya girmesini engelleyemedim. Gitti geldi, gitti geldi. Aldı yine sözü “Bizim evle Araplar arası 3 km idi. Şose yok, asfalt yok. Yerler kısım kısım taş, Arnavut kaldırımlarıyla döşeliydi. Her yer çamur çaylak. Elmas Teyze’n benimle kol kola Araplara gitmeye bayılır. Karda, kışta siyah bir manto ile çamurların, suların arasında yüksek ökçeleriyle, çatır çatır taşların arasında Araplara giderdik, bunların annesine. Körükler 2,5 lira olduğu halde binmez, illa benimle yürümeye bayılırdı. Kadınlar kapıların aralarından bakar, Anaaa gııı oğlana da pek yazık olmuş” derlerdi. Ufuk ve Şevval duyduklarını hayretle dinlerken biz kahkalar ile gülmeye başlıyoruz. Elmas Teyze biraz bozuluyormuş gibi görünse de- fark ettirmek istemediği tebessümüyle- halinden yine de memnun, anlatılanları doğrularcasına başını önüne eğiyor.
GEÇLİK RESİMLERİNDEN EVLİLİĞİN İLK GÜNÜ SEYİT/ ELMAS
“Bizim evdeki cumhuriyet, devlet değil de beylik şeklindedir. İlkelere bu zamana kadar sadakatle uyulmuştur. Ev paylaşılmıştır. Herkes hudutlara son derece saygılıdır. İki tarafın silahlı kuvvetleri var. İhlal edilirse dış işleri ve silahlı kuvvetler teyakkuza geçer. Ama sonuçta hep anlaşma yolu tutulmuştur”. Gösteriyor saltanatının olduğu mekânı. “Oturma odasının yarısı benim yarısı onun. Sehpanın yarısı benim yarısı onun.”
Kâğıda, kitaba Elmas Hanım’dan daha saygılı birini daha görmedim. Elbette vardır. Benim bir yazılı kâğıdımı, gazetemi -imkânı yok -ne atar ne yerini değiştirir.
Her ne kadar oğlana yazık olmuş dedilerse de iyi arkadaşız. Diplomatik kanallarımız hiç kapanmaz. Birden savaşa kalkışmayız. “
Fatma Abla “Babam gençliğinde fırtına gibiymiş” dedikten sonra, “Bu beni kapıp kaçtıktan sonra kaç kişi intihara kalkıştı biliyor musunuz siz? Bunları yaz Serpil Hanım. Benim gibisini bir daha nerede bulacak, avucunu yalasın.” diyor bir taraftan da.
“Canım şunu istiyor, onu yap, bunu getir demedim bu güne kadar, o da şunu al, bunu al demedi hiçbir zaman.
Evde dokunmuş bir halı var ve asıl kendisi beni kıskandığı için dolabın taa tepesine koydu.” Fatma Abla alıp gelmek için kalkıyor biz de ardından onu takip ediyoruz. Karşımızda Seyit hoca ve Elmas Teyze’nin halıya dokunmuş portreleri duruyor. Çok güzeller. Bir de “Adı Elmas Kendi Elmas nerede” diye soruyor Fatma Abla. O ne ki diye düşünürken biz, dolaplarda aranılıp bulunuyor yazı…
“Nereye koyduğunu görüyor musun? Benim tarafın duvarına asayım diyorum mümkünü yok izin vermiyor.
Şaka bir yana ben bu 4 çocuğa bir tek tokat vurmadım. Bizim evde her şey bir sana, bir sana diye paylaşıldı. Herkese eşit.
Hiç iş de konuşulmamıştır. Eve girildiği zaman, Ali’ den alacak-verecek, Hüseyin’le tartışılmış falan filan… Hiç konuşulmaz onlar, dışarıda kalır. Okul konuşulur. Kitap okunur, herkes kendi işiyle meşgul olur. Demokratik ama çok katı ilkeleri ve etik değerleri olan bir evdir bizimkisi. Elmas Hanım’la bu konuda da tamamen örtüşürüz.” Devam ediyor hocamız hızını kesmeden.
“Ben felaket yakışıklı olduğum için bu zamana kadar geldik, yoksa bu iş yürümezdi. Şunu söyleyebilirim. Arkadaşlarımın % 90’ı hanımdır ve onların birini bile kıskanmadı bu güne kadar. Ve bana hiçbir zaman hayır demedi. Benim onu ne kadar kıskandığımı o söylesin.”
“Hem de nasıl. Çok kıskanır.” dedi Elmas Teyze. “Ama nasıl kıskanmayım ki. Sene 1961. O zamanda kapı aralığından elinin kolunun ucu görünse Araplar’da, Sedirler’de, Uluırmak’ta babalar ellerini keserdi kızlarının.. Ondan sonra Malezya, Endonezya’da hocalıklar yaparken böyle giyinmeye başladı.
Evliliğimizin ilk 2 yılında makyaj yapardı. Evliliğimizin 2. Ayında - Havilland diye- bir krem istedi. Cebimde 20 lira vardı. Konya da o zamanda etliekmek 1 lira . Krem o para ölç yani. O gün aldık da parasız kaldık, ertesi gününde de ayna istedi, 5 lira da oraya gitti dımdızlak kaldık.
Ama bu kadının yüzüne son 50-60 senesinde hiçbir şey değmedi. Oğlana yazık oldu dedilerdi de gerçi.(Gülüşmeler) Benim resimlerime de bir baksana ne yakışıklıyım.
Mutfakta hiç hak ve hukukum yok. Burası da (oturduğumuz salondan bahsediyor yine) Allah’ın izniyle bayramdan bayrama kullanılır.” Bu arada,
“Dur şöyle avare oturayım” diyerek yerdeki sehpanın yanına diz çöktü. Kızının ilave pasta teklifini de --formum bozulur- diyerek reddetti.
“Geçen gün birine emanet ettiğimiz bir pikabımız vardı. Konya’ya gelen ilk pikap. Öğretmen maaşı 150 lira, ben onu aldım 350 liraya. 10 tane plağı arka arkasına otomatik çalar. Belki 100’den fazla nişan, nikâh yaptı o pikap. Evlenecek çiftler plaklarıyla alıp düğünlerini yaparlardı. Onu isteyen birine- kafamda korur mu korumaz mı diye tartıp- hediye ettim ve argo tabirle eşyalarımı gelin ettim.”
Elmas teyze daha fazla sessiz kalmayarak müdahale ediyor ve “Bir ara versen de Seyit, kızcağız pastasını yiyemedi, çayını içemedi.” diyor.
“ Pastaları ambalajlayın kaaadeşiiimmm. Fatma ağzım kurudu, bi çay kahve getir. Aylak konuşmuyorum ki burada.” diyerek lafını sürdürüyor. Ve bu arada ben de çayımı içip, pastamı yemeye başlıyorum, hocamızı dinlemeye devam ederken. Az sonra adına kurulacak kütüphane’ye taşınmaya başlanan kitapların bulunduğu odayı geziyor, birbirinden değerli eserleri inceliyoruz ve bu sefer de oturma odasına geçiyoruz. Fatma Abla “Babamın sayısız eserleri olsa da annemin de kendinin tuttuğu 3 ayrı defteri var. Birisi kadınlara güzellik için ne yapılabilir, diğeri fizik kondisyon hareketleri. Televizyondan bütün doktorları izler, not alıp temize çeker. “ diyor. Elmas Teyze “3 değil 7 tane” diyor. “Cilt maskeleri, ağrılara ne sürülür, hangi hareketler neye iyi gelir yazıyorum.” diyor.
Seyit Hoca ekliyor. “Bizim kadınlarımızın hepsi profesör. Bülüç gibi 4 çocuğu büyütmek kolay değil. Okuma yazma bilmez ama irfanı, insafı var. Bizim Elmas Hanım’ı Kanada’ya götürsek ev ekonomisi dersleri verecek niteliktedir. Eskiden sucuğuydu, pastırmasıydı hep evde yapılırdı. Paraya ihtiyacım olduğunda çoğu zaman ondan borç alırım, sanki banka sahibi, hiç yok demez… Geri isterken de İslâmi hassasiyeti olmasa faizini de alacak.10 senedir başını kapattı. Günde 2 saat Kur’an okur. Ben askerdeyim diye kimse bakmamış benim çocuklara.(Şaka tabii) O kendi başına büyüttü çocukları.”
Elmas Teyze “Seyit’e hiç mi hiç kıyamam. Büyük oğlum 2 yaşında aşı yaptırdık, apse yapmış şişmişti kolunun altı. Doktora gittik, iğneler ilaçlar verdiler ama geçmedi. Anneme gittim anlattım. Annem -şimdiki adı zeyrek diyorlar-onu pişirip getireyim dedi. Onu döveyim dedi. Sütle pişirdi, ılıttı. Çocuğun kolunun altına sürüp kapattık. Ertesi güne delinip tüm iltihap akmış ve deri üzerine kapanmış. 1 gecede bir şeyi kalmadı oğlumun.”
Fatma Abla “Annemde çok hikâye var ama hem utanıyor hem de babam bir müsaade etmedi ki” diyor. Bu sırada saat epeyce ilerlemiş olduğu için bizim çocuklar uyuklamaya başlıyorlar, anlıyoruz ki kalkmanın vakti gelmiş de geçiyor.
Daha söylenecek çok ama çok söz olsa da; şimdilik bu kadar diyerek, ev sahiplerimizi kucaklıyor ve ayrılıyoruz. Bizim için oldukça farklı bilgiler de edindiğimiz, dolu dolu bir gün böylece sona eriyor.
Elmas Teyze ve Seyit Hoca’ma mutlu, mesut daha nice günler geçirmelerini temenni ediyor, sohbetimizi de böyle sonlandırıyorum efendim.