Emperyalizme 250 bin şehitle birinci tokat

Seyit Küçükbezirci

Hamur yuğururken, oya yaparken, elişi işlerken gözlerinden yaş boşanırdı; eski Araplar’da, Sedirler’de, Uluırmak’ta kadınların. Meraklanırdık, “ niye ağlıyorsun?” diye sorardık. Cevap vermezlerdi. Üstelerdik; “Nene neye ağlayyon?” Hiç, derlerdi.

“Hiç, dolumsuyuvurdum işde”…

Çok rastlardık böyle yuğum yuğum; böyle sessiz sessiz ağlamalara. Bir anlam veremezdik, anlayamazdık, nasıl anlayalım, anlatmazlardı ki…

Oyundan başımızı alabildiğimiz zamanlar arada bir duyardık. “Havvaana’nın iki oğlu Çanakkale de kaldı” diye “Kerim ağanın Murat, Çanakkale’den dönmedi” diye…

Bilmezdik, “Çanakkale” ne demek; “Çanakkale’de kalmak” ne demek. Bazen genç kadınlar yalnız kendilerinin duyacağı hafif seslerle türküler söylerdi; “Çanakkale içinde bir dolu testi…” Söylerken de ağlarlardı, ağladıklarını kimselere göstermeden.. Gözyaşlarını gizlice silerlerdi, çemberinin ucuna…

1950’lerin sonuna doğru, ortaokulun sonlarında lisenin ilk yıllarında “Çanakkale’nin neresi” olduğunu önemini, anlamını neye mal olduğunu anlamaya başlamıştık… Niçin gizli gizli ağlandığını; “Çanakkale de kalmak” deyimini, “dönmemek”in ne demek olduğunu…

Eski İstanbul caddesinin sonuna doğru Araplara gitmek için sağa dönülünce Hacahasanbaşı gelir. Hacıhasanbaşı’ndan Araplar Akcami’ye kadar iki buçuk kilometrelik bir cadde kuzeye doğru dümdüz uzanır. İşte bu caddedeki evlerden “Seferberlik”te, Çanakkale’ye iki yüz elli yedi kişi gitmiş. İki yüz elli yedi Araplar savaşçısından geriye üç kişi dönmüş. Biri sağlam, biri yarı akıllı, birinin de gözlerine İngilizler sururi zehri dökmüş…

Çanakkale’de dünyanın en muazzam donanmasına dünyanın en muhteşem ordularına karşı savaşarak şehit olanların iki yüz elli dördü yalnız Araplar’dan… Ya Konya’nın diğer yerlerinin şehitleri; ya Edirne’den Ardahan’a kadar şehitler?

Yıllar geçtikçe Konya’nın Çanakkale ile can cana eklemlendiğini daha iyi kavradık. Çanakkale Gazileri’nin dilinden Çanakkale’de yazılan destanı birebir çok dinledik.. Çanakkale’de oğlu kalan kadınların sessiz ve onurlu ağıtlarına yüzlerce kez şahit olduk… Onların söylediği türküleri derlerdik…

1958 yılında Araplar’da derlediğimiz bir türküde şöyle deniliyordu:

Her akşam her sabah atılır toplar

Gavgada bellidir, garipler yadlar

Sahibini yitirmiş çığrışır atlar

Arşın arşın üleşmeye gideriz

Akdeniz’i dolaşmaya gideriz

Ağşam oldu yine toplar atışır

Akdeniz’i dolaşmaya gideriz

İngiliz asgeri saman gafalı

İstikam içinde körü topalı

Binbaşı kakmış eli sopalı

Önüne gatmış körü topalı

Arşın arşın üleşmeye gideriz

Akdeniz’i dolaşmaya gideriz…

 

Top ateşlerinin şiddetinden ayın, güneşin tutulduğu Çanakkale’de Anadolu çocukları arşın arşın, metre metre ölüm üleşiyorlardı… Mehmet Akif, Çanakkale’ye saldıranların “Kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne bela” olduğunu söylüyordu… Üstünde güneş batmayan Büyük Britinya Krallığı’nın ve müttefiklerinin ordularıyla askerlerine “Saman kafalı” diyerek “binbaşının önüne sopa ile zorla kattığı kör topal” diyerek alay ediyordu halkımız… 1915’te bundan 100 yıl önce dün, iki yüz elli bin Türk şehidi, Çanakkale’de “Batı Emperyalizmi”ne yirminci yüz yılın en büyük “birinci tokat”ı vurdu. İkinci ve “Kahir tokat” , Türk Kurtuluş Savaşında Afyon’dan İzmir’e kadar vurulacaktı… 

Konya Araplar’da, Sedirler’de, Uluırmak’ta ve tekmil Türkiye’de Çanakkale’de yitirdikleri için uğrun uğrun ağlayan kadınlar, elleri silah tutan son erkekleri de Dumlupınar’a Sakarya’ya gönderdiler… Türk halkı bir “imparatorluk yıkıntısı”ndan genç bir “Cumhuriyet”i meydana çıkarttı. Yetimlerini büyüttü, yaralarını sardı. “Cumhuriyet”i 92 yaşına ulaştırdı… Eğer 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümünde Çanakkale’nin aziz şehitleri için bir “Fatiha” okumamışsak, bugün ilk işimiz bir “Fatiha okumak” olmalı.

 

TATLI MI TATLI BİR YAŞ GÜNÜ

Adıma şu şiiri yazıp, kendi harçlığıyla alıp, kendi boyadığı tahta sandığın içini şekerle doldurup, bana göndermişti; Nar Tanem İrem..

17 Mart Salı günü yaş günüydü; “özel davetli” olarak evlerine gittim.. Nar Tanem İrem’in.. Yedi yaşını bitirip sekiz yaşına “Kadem Bastı”… Hayırlı olsun, uğurlu olsun; bütün çocuklarla birlikte “Bahtı açık” olsun..

İrem’in dayısına yazdığı şiiri, hem de “Akrostiş şiiri” geliniz birlikte okuyalım..

Sevimli mi sevimli

En tatlıdır o

Yüzü hep güler onun

İrem’i en çok sever

Tatlı seyit dayıcığım

 Ne hoş, dayısının adının her harfi ile bir mısra başlatmış.

“Siyit beğ” bu yaşına kadar iki kez oynadı. Birini on yaşındayken “Güssün Diyzesi”nin nişanında; ikincisi de İrem’in yaş gününde.. Altmış yıl sonra İrem çaldı darbukayı, dayısı oynadı.. Öğünmek gibi olmasın, ben de oynarmışım, hani..

İrem’in annesi Vuslat da, dişlerimi çektirdiğim, bıyığımı kestirdiğim yıl bir ağıt yazmıştı, dayısı için .. Sekiz yaşındaydı.. Vuslat’ın ağıt şiiri “Dişlerini çekmişler, bıyığını kesmişler, benim aslanımı ne hale getirmişler”  diye sürüp gidiyordu.

Teyzesi Pınar, hasta olduğum bir sıra, beni hasta tavşan gibi görüp karikatürümü yapmıştı; onbeş yıl önce.

İrem, annesi Vuslat, teyzesi Pınar; şiir, karikatür, yazı.. Bir “sanatçı damar” var herhalde, öğünmek gibi olsun benim devamım mı acaba?

Altmış yılda, İrem’in darbukası ile, ikinci oynayışımı merak edenler benim fesbukuma bi zahmet giriversinler; orada resimlerimiz renkli sinemaskop.

Bir haberim var size; yakın zamana kadar “Facebook” diyeceğime “Fast Food” diyormuşum.. Gençler güle güle, uyara uyurak doğrusunu söylemeye başladım.

Aslında yaptığım şirinlikti…

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.