Türkiye’de en zor şeylerden birisi entelektüel olmaktır. Aslında tam bu olarak bu kavramın karşılığı bile yoktur. -Münevver- denir mesela ,ama ben onun bile bu kelimeyi karşılamadığını düşünürüm, -aydın- ise zaten hiç karşılamaz. Entelektüel, entel dantel demek de değildir ayrı bir şeydir ve gelişmiş ülkelerde bu insanlar fikir üretir, olayları değerlendirir, yorumlar ve geleceğe dair öngörülerde bulunurlar. Tarafsızdırlar, tarafsız olmaya çalışırlar, bir ideolojiye bağlanmamaya özen gösterirler. Bir noktada profesyonel düşün adamlarıdır bu insanlar. Bizim ülkemizde ne yazık ki entelektüel diye bir sıfata sahip olmayı kimse istemez ve zaten pek de bulunmaz. Rahmetli Cemil Meriç aslında ülkemizde entelektüelliği en önemli örnektir ama Cemil Meriç’i kim tanır, kim okur, kim onun düşünceleri ile beynini yorar? Değil mi? Yormaz üniversite hocası da yormaz, gazetecisi de yormaz, siyasetçisi zaten hiç yormaz. Adalet çarkının dişlilerini oluşturan hâkimlerimiz, savcılarımız, avukatlarımız yormaz. Peki o zaman ne olur? Ve olanlar kimin umurundadır, kimi üzer, kim bunların yanlışlığından ötürü içinde sıkıntı çeker? Kimse, öyle mi? Evet, ne yazık ki kimse!
Şu Ağca olayına bir bakalım. Mehmet Ali Ağca önce serbest bırakıldı, neden bırakıldığını anlayamadık ve bu yanlışlığa birileri ne yazık ki seyirci kaldı ve hatta komünistlere darbe indiren kahraman olarak gördükleri Ağca’yı savunur durumda bile olanlar oldu. Sonra hükümet, gerçekten çok fazla önemsenmesi gereken bir duruşla, (ülkemizin temiz siyasetle yönetilmesi için önemlidir) bu adamın serbest bırakılmasına karşı çıktı, Adalet Bakanı gerekli girişimleri yaptı, Yargıtay’ın da verdiği bir karar neticesinde bu adam tekrar tutuklandı. Bir tek solcu bile hükümetin bu olaylar karşısında duruşundan dolayı hükümeti kutlamadı, dirayetli duruşa övücü açıklama yapmadı. Sağcılar ise zaten nerede ise bu adamın tutuklanmasını istemez bir tavır içindeler ve “Ne olmuş iyi işte ülkesi için bir komünisti öldürmüş” mantığını aşamadılar. Oysa gerçekten önemli bir gazeteciydi Abdi İpekçi ve aslında aşırı solcuları da hiç beğenmiyor, demokrasinin önemine inanıyor ve uzlaşma istiyordu. Böyle bir insanı öldüren bir katil birileri tarafından kutsanabiliyordu ve bunu da bizim sağcılar hiç yadırgamıyordu. Ona bir sürü para vererek onunla söyleşi yapan medya da yalancı bir tavırla bir tarafta bilmem yine kaç bin dolar ödeyerek kardeşini konuşturuyor, diğer taraftan da yine de bu adamı yok etmek istiyorlarmış gibi göstermeye çalışıyorlardı. Bizim galiba en büyük şansımız Rahmetli Özal döneminde aklımızın ermeye başlamasıdır ve işte tam da bunun için ben ülkemizdeki ne solcuları ne de sağcıları anlayamıyorum, zaten medyayı anlamak hiç mümkün değil.
Adalet mekanizması çok ciddi bir şekilde eleştirilir hale geldi. Neden böyle oluyor? Adalet mekanizması hiçbir ülkede bu kadar eleştirilemez. Çünkü herkese hukuk lazımdır. Ama hukukçular lütfen düşünsün, hukuk fakültelerimizdeki hocalar düşünsün, ne oluyor, neden bu kadar fazla eleştiriliyor? Nerede hata yapılıyor? Üniversitelerimizde adam gibi hukukçu yetiştiremiyor muyuz? Ya da gerçekten üniversitelerimizde adam gibi hukukçu yetiştirdiğimizi üniversite hocalarımız söyleyebilir mi? Söylerse kaçta kaçı söyler? Bu kimsenin canını sıkmıyor mu? Bu normal mi? Bu adam neden bırakıldı ya da daha sonra tekrar neden tutuklandı, bir yerlerde birileri hata yaptı, kim bu hata yapanlar? Neden hukukçularımız sadece hukukun üstünlüğü ile karar veremiyorlar? Bir görevinden istifa etmiş Hakimizle görüşmüştüm; kendisinin bir davada doğru bildiği bir kararı verdiğinde nasıl bütün Türkiye medyası tarafından ve tabi onların devlet mekanizmasının içindeki uzantıları tarafından linç edilme operasyonu yaşadığını anlatmıştı? Hayretler içinde kalmıştım bu ülke bu kadar ucuz olamazdı. Ama baktığımızda hala tartışmalar devam ediyor, ne oluyor bu hiçbir Üniversite hocasını rahatsız etmiyor mu?
Medyamız ise tam bir evlere şenlik meselesi, yerel ve bölgesel basın bitmiş durumda (insan kaynağı açısından), gerçek entelektüel gazeteci yetişmiyor, yaygın medya ise neye ve kime hizmet ediyor, inanınız anlamak çok zor. Mesela ülkeyi sevmek birçok yazara göre faşistlikle eşit mesafede, olur mu böyle bir şey? Adamlar net bir şekilde bu ülkeyi sevmiyorlar, bu görülüyor, hepsi bir yerlere hizmet ediyorlar. Oralara hak ettikleri için gelmemişler, birilerine hizmet ettikleri için gelmişler, böyle olunca da olayların karşısında tam bağımsız duramıyorlar, hepsi bir yerlerin borusunu öttürüyor. İletişim fakültelerinden başka hiçbir yerde tam bağımsızlık kavaramı geçmiyor, adam bağımsız gazeteciyim diye reklâm veriyor bakıyorsun arkasında kimler var kimler. Yalandan öteye bağımsızlığı geçmiyor. Zaten bu arızalı hayat komedyasının içinde hocası da, gazetecisi de yer alıyor. Herkes birbirini kandırma telaşında. Köhnemiş basın-medya, eleştirilip duran hukuk sistemi, muktedir olamayan siyaset… Ne oluyor, hala adam olmaya niyetlenmeyecek miyiz? Hala kendimize gelmeyecek miyiz?
Ben keşke diyorum bugünlerde hepimiz bu konuları bir daha düşünsek ve içimizdeki hesaplardan vazgeçip adaletli düşünebilen ve taraf olmayacak insanları yetiştirmeye çalışsak, arafta durmayı başarsak, bir de dünyaya böyle bakabilsek… Biliyorum en zor şey insanın kendisini sorgulaması ve suçlu bulmasıdır…