Türkiye Batı’dan uzaklaşıp Doğu’ya mı kayıyor? Türkiye’nin temel dış politika tercihlerinde sapma mı var? Recep Tayyip Erdoğan Batı’dan vaz mı geçiyor? Son günlerde Batı dünyasının önde gelen gazetelerinin haberlerinde, yorum köşelerinde bu sorulara yanıt aranıyor.
New York Times, Financial Times, Guardian gibi saygın gazetelerin sayfalarında yöneltilen bu soruların aynı zamanda Batı dünyasının Washington, Londra gibi büyük merkezlerindeki karar vericilerin de gündemine girdiğini ve “kaşların kalktığını” tahmin etmek güç değil.
BİRİNCİ VE İKİNCİ KIRILMALAR
Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 sonundan bu yana Türkiye’yi yönetiyor. Geçen 7 yıl içinde pek duyulmayan bu soruların birden ortalığı kaplaması, önemli bir değişikliği gösteriyor.
Kanımızca bu sorular Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail ve İran gibi iki kritik başlıkta aldığı tutumların türevleri olarak ortaya çıktı. Her iki yöneliş de 2007 seçimlerinden sonra su yüzüne çıktı ve 2009’da, özellikle de son aylarda iyice belirginleşti.
Bu bağlamda önemli bir kırılma noktası Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı çıkış oldu. Kriz kısa zamanda atlatıldıysa da, Erdoğan’ın burada sergilediği üslup Batılı diplomatlarda kendisine dönük yeni bir bakışın uç vermesine de yol açtı. Davos’un hasarı onarıldığı zannedilirken Erdoğan’ın geride bıraktığımız aylarda İsrail’e karşı tutumunu yeniden sertleştirmesi, İsrail’e bir “haddini bildirme” egzersizine yönelip, bu siyaseti bilinçli bir şekilde tırmandırması yeni bir durum yarattı.
Burada Davos ölçüsündeki ikinci büyük kırılma, geçenlerde Türk hükümetinin Konya’da yapılacak olan planlı bir NATO tatbikatından İsrail’i çıkartması oldu. ABD de bunun üzerine misilleme olarak NATO tatbikatını iptal etti. Buradaki sembolizmin altını çizmeliyiz. Erdoğan’ın tutumu yüzünden bir NATO faaliyeti yapılamamıştır. Türkiye, sonuçta sadece İsrail’i değil, ABD’yi ve NATO’yu da karşısına almıştır.
ÜÇÜNCÜ KIRILMA İRAN’IN NÜKLEER NİYETLERİ
Üçüncü önemli kırılma ise Erdoğan’ın İran’la yakınlaşmaya girerken nükleer dosyada Batı’ya tümüyle meydan okuyan bir çizgiye kayması oldu.
Türkiye, tabii ki, kendi ulusal çıkarları için İran’la ilişkilerini her alanda yoğunlaştıracak, bu ülkeyle yakınlaşacaktır. Ancak bunu yaparken Erdoğan’ın tartışmalı nükleer politikasında İran’a bütün dünya karşısında açıkça kefil olması, Batı’da ciddi tereddütlerin belirmesine yol açtı.Hem ABD, hem AB, uzun yıllardır İran’ın nükleer silah yapımı için uğraştığından ciddi şekilde kuşkulanıyor. Kısa bir süre önce Batılı istihbaratçıların İran’ın Kum kenti yakınlarında bir askeri üssün içindeki mağaralarda gizlenmiş bir nükleer tesis tespit etmeleri bu kaygıların haklılık derecesini gösteriyor.
Sonuçta, İran’ın nükleer programı Batı dünyasının en önemli önceliklerinden biri haline gelmiş bulunuyor.
Oysa Başbakan Erdoğan, Batı’nın bu konudaki endişelerine itibar etmiyor. Hatta geçen hafta Guardian gazetesine verdiği demeçte İran’ın görüşlerine sıcak baktığını gizlemedi, “İran’ın enerji elde etmek amacıyla nükleer program geliştiriyor” dedi.
Erdoğan, İran’a hak veren bu sözleriyle Batı’nın teşhisinden 180 derece ayrılmış oldu.
İNCİRLİK’TEKİ ATOM BAŞLIKLARINA DA KARŞI MI?
Unutulmaması gereken önemli bir nokta daha var. Erdoğan, “İran’a bunu yapma diyenlerin de nükleer silahının olmaması gerekir” derken, yalnızca ABD ve İsrail’e değil, aslında Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’nun nükleer politikasına da meydan okuyor.
Türkiye bugüne dek NATO’nun nükleer silahlara dayalı savunma doktrinine sahip çıktı. Bu çerçevede ABD’nin elinde nükleer silah bulundurmasını NATO’nun, dolayısıyla kendi ulusal güvenliğinin bir parçası olarak gördü. Türkiye, bu inançladır ki, çok uzun yıllardır ABD’nin İncirlik üssünde nükleer başlık bulundurmasına izin veriyor.
Oysa Erdoğan ABD’nin bir kısmını Türkiye’de tuttuğu nükleer silahlara sahip olmasını sorgulamaya başlayınca NATO politikasıyla çelişen bir tutuma yönelmiş oluyor. Dış politikadaki bu söylem ve yönelişler, uzun dönemde Batı dünyasında Adalet ve Kalkınma Partisi üzerindeki algılamaları etkileyebilecek boyutlar kazanabilir.
Sedat Ergin-Hürriyet