Çıplak gözle bakıldığında Başbakan Erdoğan'ın eşek arılarının kovanına çomak soktuğunu görmemek imkansız. BM Güvenlik Konseyi'nin 5'li yapısını sorguluyor, Batı'nın, Müslümanlar'ın yaşadığı acı karşısında duyarsızlığını sorguluyor, caninin adı İsrail olduğunda Batı'nın suskunluğunu sorguluyor, nükleer silahlar konusundaki çifte standartları sorguluyor, "PKK için Türkiye'ye heyet üstüne heyet gönderip, İsrail'in Gazze'de işlediği cinayetler karşısında kılını kıpırdatmayan" Avrupa ülkelerini sorguluyor... İslam coğrafyasına yaşatılan 100 yıllık mazlumiyet sürecini sorguluyor.
"Bir zulüm gördüğünde elinle, olmazsa dilinle karşı koy, onu da yapamıyorsan kalbinle buğzet" çağrısını bütün gücüyle haykırıyor. Hatta "Öleceksek adam gibi ölelim" diyor. Obama'ya "Neredesin" diye sesleniyor. Merkel'e, Hollande'a, Putin'e, isim vererek "Neredesiniz" diyor. Başımıza ne gelir korkusu Acaba nasıl okunuyor Tayyip Erdoğan'ın bu seslenişleri, bu politika ya da diplomasi dili? "Ortadoğu'da böyle adamlar zaman zaman çıkar" şeklinde, Nasır, Kaddafi, hatta Saddam ile paralellikler kurarak mı? Blöfler olarak mı? "Ortadoğu'da liderlik böyle kazanılır" yaklaşımı içinde bir piar çalışması gibi mi ya da gaz alma operasyonu niteliğinde mi? "Tayyip Erdoğan İslamcı kimliği ile arzı endam etti" tarzında "beslenen kuşkular"ın gerçekliğini keşfetme duygusuyla mı? Ya da "Bu çığlığı anlamalıyız" şeklinde mi? "Ortadoğu'da Batı ile ilişkileri nispeten iyi bir ülke var. O ülkenin başbakanı insanca bir tepki gösteriyor. İsrail'in Filistin'e karşı aşırı güç kullanmasına, çocukların, kadınların ölmesine göz yumamayız" gibi nispeten "insaflı" bir yaklaşımla mı? Tayyip Erdoğan'ın farklı bir diplomatik dil kullandığının görüldüğü ve yadırgandığı muhakkak. Henüz kendi ülkemizde, çarpık küresel düzene ve onun kolay kolay değişmeyeceğine iman etmiş kesimler nezdinde bile, Erdoğan'ın her çığlığı, öfkesi "Acaba başımıza ne gelir" kaygısı içinde okunuyor. Dünyanın bir kesiminde Erdoğan'ın yürek soğuttuğu muhakkak. Bir başka kesimde ise -ki onlar, egemen yapının paydaşları ve hınk deyicileridir- öfkelere, burundan solumalara, hatta düşmanlık birikimlerine yol açtığını tahmin etmek zor değil. İsrail'in, daha doğrusu uluslararası Siyonizm'in gücünü küçümsememek lazımdır. Kendi organik bağlantıları yanında, korkutarak kullandığı bir potansiyel zemin vardır. Bu potansiyel zeminin içine, dünyanın en etkin ülkeleri bile girebilir.
Erdoğan'ın yürek sesi
Amerika'da, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ile bir gazeteci arasında yaşanan ve Dışişleri sözcüsünün -Türkiye aleyhine- pes etmesi ile sonuçlanan diyalog, bir süper gücün nasıl boyun eğdirildiğinin de çok çarpıcı bir örneği olmuştur. Başbakan Erdoğan'ın söylemini sorgulama noktasında gazeteci sordu, sordu, sordu, Dışişleri sözcüsü Victoria Nurland kaçtı, kaçtı, kaçtı ama sonunda "Şu anda İsrail'e karşı retorik saldırılarda bulunmanın yararlı olmadığını' söylemek zorunda kaldı. Üstelik çaresizliğini tescillercesine gazeteciye, "İstediğiniz bu mu" ilavesinde bulunarak... Ne yazık ki Obama, üç maymun rolünü bile oynayamıyor, İsrail'in saldırılarını meşrulaştırmaya yöneliyor.
Böyle bir konumda Erdoğan'a nasıl bakacak?
Erdoğan kem küm etmeyen bir insan. Kim olursa olsun, önüne tanık olduğu cinayet dosyasını koymaktan çekinmeyen bir insan. Ve sonuna kadar haklı bir insan.
Ne demişti? "2008'de değiliz."
Hatta "100 yıl öncesinde de değiliz" diyor. Bunu tüm yaşadığı coğrafya için söylüyor. Tayyip Erdoğan işinin kolay olmadığını bilir. Ama başkalarının işi de 100 yıl önceki gibi kolay değil. Hatta 60 yıl önceki gibi.. Ne diyor Tayyip Erdoğan? "Bu düzen böyle devam edemez" diyor. Bu sesin yankısını ne İsrail durdurabilir ne de başkaları... Yürekler kaynamaya başladı bir kere...