Mehmet Ali Birand, dünkü yazısında Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut'u topa tutmuş, Başbakan Erdoğan'ın medya yöneticileriyle yaptığı toplantıdaki sözleri nedeniyle ağır eleştirmişti.
Birand'ın bu salvolarına Yiğit Bulut bugün köşesinden yanıt verdi. Bulut'un bugün attığı başlık da oldukça dikkat çekici: 'Belçika vatandaşı Birand'a cevabımdır'
İşte Yiğit Bulut'un bugünkü yazısından ilgili bölüm;
Birkaç gündür Mehmet Ali Birand, Hasan Cemal ve onların akıl suyunda yıkananlar bir propaganda peşinde. Kaşıntıları Başbakan Erdoğan'ın basın mensuplarıyla yaptığı toplantı üzerine. İddialarına göre bir gazeteci, Başbakan'a şöyle demiş, o da buna karşılık böyle demiş...
ACEMİCE HAZIRLANMIŞ BİR KOMPLO
Uydurdukları ve ekledikleri uzayıp gidiyor! Tek kelimeyle; acemice hazırlanmış bir komplo! Amaçları aslında bana bulaşmak da değil, akıllarınca kamuoyu yaratıp Başbakan Erdoğan'ı baskı altına alacaklar! İşin ilginç tarafı da bu topa giren arkadaşlar, geçmişte her dönemde Türk Devleti'nin makamları tarafından "bölücülükle suçlanmış", haklarında devletin resmi istihbarat kurumları tarafından "bölücü" notu düşülmüş "tipler"! Hatta devlet kurumuna bile gerek yok, Birand Kanal D Haber Müdürü olduğu gece Aydın Doğan'ın evinde yemekte şu konuşma geçti. Oradakiler "Ama bölücülük yaparsa" dediklerinde, Doğan, "Merak etmeyin asla izin vermeyiz" açıklamasını yapmak ve ikna etmek için uğraşmak zorunda kaldı! Sevgili "sabık", ne olduğu belli, gazeteci kılığına girmiş "organik uzantılar", Başbakan Erdoğan sizin yarattığınız kamuoyu baskısı sonucu fikrini değiştirecek olsaydı, bugün o koltukta oturmuyor, patronunuzla birlikte "tavla oynadığınız başbakanları" attığınız depoda "gün sayıyor" oldurdu!
O "sizi anladığı", ne mal olduğunuzu kökünden kavradığı, sizin de uzantısı olduğunuz "yerleşik düzeni" kökünden söktüğü için bu halkın sevgilisi oldu ve Atatürk'ten sonra en uzun ve güçlü iradeyi ortaya koydu, hatta belki de Cumhuriyet tarihinin en uzun iktidar dönemini Allah kendisine kısmet edecek... Sevgili dostlar, bu arkadaşlar "çok iyi gazetecilermiş", bu yüzden meslekleri adına çok üzülmüşler.
AVRUPA PASAPORTLU DÜDÜKLER
O zaman iyi okuyun "organik uzantılı, Avrupa pasaportlu" düdükler:
1- Başbakan oraya "ne yapacağız, açıkça sorgulayalım" diye bizleri davet etti. Ve bu detayı da konuşmasına başlarken söyledi; "Bu bir basın toplantısı değil, burada haber yapmayacağız, en iyi ne yapabiliriz birlikte ortak bir akıl oluşturarak, o detayları konuşacağız" dedi!
2- O toplantıda konuşulanlar "beyin fırtınası" mahiyetindeydi ve orada kalması gerekirdi. Daha açık yazayım: Başbakan, sizi oraya "adam sandı" da çağırdı, ama ne yazık ki; Türk halkı gerçeği bir kez daha gördü.
3- Büyük gazeteciler, söyleyin bakalım, ele geçen Hanefi Avcı'nın Hürriyet arşivindeki konuşmalarında neler var? Konuşmalar tek bir detay üstüne odaklanmış; patronunuzu nasıl Başbakan, nasıl Cumhurbaşkanı yapacağınız ve siyaseti nasıl şekillendireceğiniz! Kasetler orada! Bu mu gazetecilik!
4- "411 el kaos'a kalktı" manşetleri atılıp, daha da geriye gidersek, 28 Şubat sürecinde Gülen kasetlerini ana haber bültenlerinde döndürüp, Aczimendileri parlatan arkadaşlar, söyleyin bakalım:
"ERDOĞAN'A BİR VURSAK YARISI BOŞA GİDER"
Bu mu gazetecilik! 5- Ve sen Birand söyle bakalım: Kanal D Haber Müdürü olmak için Hurşit Tolon'a icazet almaya gittin mi! Ve en önemlisi; Mehmet Ali Yalçındağ'ın evindeki "Erdoğan'a karşı acil önlem" toplantısında ORADA MİYDİN! Yalçındağ, rakı kadehini kaldırıp "Erdoğan'a bir vursak, yarısı boşa gider" tarihi söylemini yaptığında "SEN BÜYÜK GAZETECİ" olarak ne yaptın!
YİĞİT BULUT'UN BUGÜNKÜ YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Tartışmanın fitilini Mehmet Ali Birand'ın dünkü yazısı başlatmıştı.
İşte Birand'ın Yiğit Bulut'a Çaktığı Köşe Yazısı;
Başbakan'ın geçen ay medya sahipleri ve Genel Yayın Yönetmenleriyle yaptığı ve hala tartışılan toplantısında bende vardım. Bu güne kadar hiçbir şey yazmamamın nedeni, bazı meslekdaşlarımın tutumundan utanmamdır. Orada öylesine konuşmalar yapıldı, hele biri vardı ve öylesine çağdışı ve bir gazeteciye yakışmayan öneriler yaptı ki, konuyu açmamayı tercih ettim.
Bu zat, kendi Genel Yayın Müdürü tarafından yerden yere vurulmasına rağmen, hala aynı gazetede yazıyor ve üstelik bir TV Haber Kanalını yönetiyor.
Bu toplantının diğer talihsiz olayı, aynı gazetecinin, Hasan Cemal'in Kandil söyleşilerini şikayet etmesi ve "Bu konuda birşey söylemeyecek misiniz?" diye adeta Başbakanı kışkırtması ve Erdoğan'ın da, adını vermeden Hasan Cemal'in PKK lideriyle görüşmesi ve kitap yazmasını eleştirmesiydi.
Daha öncelerde ben de PKK lideri Öcalan ile konuşmuş ve kitapta yazmıştım. Demek ki, Öcalan veya ondan sonraki liderlerle konuşan, Kürt konusunda kitap yazan her gazeteci, bunu para kazanmak için yapıyordu (!)
Başbakanın bu mantığı karşısında donup kalmıştım. Aramızda ilk davrana Yasemin Çongar olmuştu. Kibarca ancak çok net şekilde tepki gösterdi de, o konuşmanın asıl hedefi olan Hasan Cemal başta olmak üzere, hepimizin namusunu kurtardı.
Hasan, sonradan yazdığı yazılarda doğrusunu yaptı ve kendini savunmadı.
Savunmaması gerekiyor. Zira yaptığı, dünyada gazetecilik diye bir meslek varsa, o işin hakkın veren herkesin yapması gerekendi. İyi ki Kandil'e gitti, iyi ki Karayılan ile görüştü ve kitabını yazdı. Böylece resmi politikanın dışındaki görüşleri de dinleyebildik. Barışa nasıl gidilebileceğini daha sağlıklı şekilde öğrenebildik. Teşekkürler Hasan...