* Simit yemeyi çok sever. Sabahları konvoyu durdurup simitçiden simit aldırmasının nedeni budur.
* Günün özetini kalın bir deftere özenle ve ciddiyetle not alır... Ne kadar meşgul olursa olsun bu işe zaman ayırır.
* Yazarken dolmakalem kullanır. Doğan Hızlan’ın dolmakalem koleksiyonuna yaklaşamasa da kalemleri fena değildir.
* Üzerindeki Emine Hanım etkisi sanıldığından da fazladır. Emine Hanım’la istişare yapar ve uyarılarını dikkate alır.
* Formunu korumak için Kafkasya kökenli alternatif tıp reçetelerine özel önem verir. Ta belediye başkanlığından beri uyguladığı formülleri var.
* Herkesi şaşırtsa da yemeklerde kendi kuralına titizlikle uyar. Mesela tatlıyı yemekten önce yer.
* Değişik motivasyon teknikleri uygular. Mesela bazen en yakın çalışma arkadaşlarını “Olmamış, yine yapamamışsın” falan diyerek motive eder.
* Aile mahremiyeti, üzerinde en fazla titizlendiği konudur.
* Karşıtlık ve mücadele ilmine özel önem verir.
* Akşamları evdeyse televizyonlardaki tartışma programlarını mutlaka takip edip canlı yayına telefonla bağlanmamak için kendini zor tutar.
* Sanıldığının aksine espriye açıktır. Ankara kulislerinde Erdoğan’ın yaptığı espriler anlatılır.
* Elbiselerinin seçimini “bu işten anlayan” birine havale etmiştir.
* Saatler süren toplantılar yapmaktan hiç ama hiç bunalmaz.
* En sevdiği ve en kafa boşalttığı eylemi şudur: Sokaktaki vatandaşla ayaküstü muhabbet...
Metehan, lütfen Hilmi Paşa’ya söyler misin?
“BİR gazetenin Ankara temsilcisi nasıl olmalı” diye sorsalar...
Hemen sıralarım:
Genç olmalı... Dışa dönük olmalı... Güler yüzlü olmalı... Temas ve mesafeyi iyi ayarlamalı... Resmiyeti aşırı ciddiyetle karıştırmamalı... Takıntılı olmamalı... Ankara’nın geleneklerini iyi bilmeli ama o geleneklere de teslim olmamalı... Her şeyi çok ciddiye alır gibi gözüküp fazla da ciddiye almamalı...
Hürriyet’in yeni Ankara Temsilcisi’nin Metehan Demir olduğunu öğrendiğimde can-ı gönülden “Bingo... Tam isabet” dedim.
Çünkü: Sıraladığım bütün özellikler Metehan’da var.
Bu vesileyle Metehan kardeşimi kutluyor, Allah mahcup etmesin diyorum.
Ve kendisine İstanbul’dan ilk angaryayı yüklüyorum:
* * *
Sevgili Metehan...
Hilmi Özkök Paşa ile bir röportaj yapmışsın...
“Hilmi Paşamız”, bir başka “Paşamız” için Mevlana’ya ait olduğunu iddia ettiği şu sözü söylemiş:
“Her lafa verilecek cevabım var. Bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye...”
Senden ricam şudur Metehan:
Lütfen Hilmi Paşa’ya söyler misin, Mevlana’nın böyle bir sözü yok.
Mevlana günümüz popüler kültür şahsiyetlerinin birbirlerine laf sokmak için kullandıkları türden laf kalıplarını kullanacak basitlikte bir adam değildi...
O yüzden “Sen de adam mısın? Bu ettiğin de laf mı yani?” iması taşıyan cümleler, ne onun felsefesine, ne de dünya görüşüne uyar.
“Hilmi Paşamız” lafa bakabilir laf mı diye, adama da bakabilir adam mı diye... Ama bu eylemine ikide bir Mevlana’yı alet etmekten vazgeçmeli.
Ben daha önce birkaç kez yazdım etkisi olmadı, belki sen “özel olarak” iletirsen bir etkisi olur.
Şimdiden teşekkürler sevgili kardeşim.
Devamı için tıklayın