Başbakan Erdoğan’ın Fehmi Koru’ya cevabı “Sevsinler seni, yazıklar olsun” oldu. Fehmi Koru, Başbakan’dan böyle bir cevap beklemediğini söylüyor. “Erdoğan’da karizma var, beklentilerin çok yüksek olduğu biri ama bir üslup sorunu var, bu kesin” diye eleştiriyor.
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün öğrencilik döneminden ev arkadaşı, Başbakan Erdoğan’ı da belediye başkanlığı döneminden beri tanıyor. AKP’yi en iyi tanıyan gazetecilerden biri Koru. Türk basınında yıllardır çift imzası var. Herkes onu aynı zamanda Taha Kıvanç imzasıyla da biliyor. ABD seçimleriyle ilgili olarak katıldığı bir canlı yayın programında AKP ve Başbakan için, “Obama gibi geldiler, Bush gibi oldular” deyince ortalık karıştı. AKP’yi yakından bilen bir gazetecinin bu yorumu üzerine yazılıp çizildi, Başbakan da çok geçmeden yanıtı sert bir şekilde verdi. Koru ile Ankara’da gazetecilik yaptığım dönemden beri tanışıyoruz.
Kendisiyle defalarca röportaj yaptım, her seferinde iç siyaset ve dış ilişkilerle ilgili söylediklerinin zaman içinde karşıma çıktığını gördüm. Bu röportajın sonunda Koru’nun, “Başbakan Gül, Cumhurbaşkanı Erdoğan olsaydı ne değişirdi?” soruma bakın nasıl yanıt verdi.
Yasaklı olmasına rağmen söke söke milletvekili oldu
Başbakan’ı kızdırdınız. Kimse sizden Başbakan ve AKP’ye yönelik böyle bir eleştiri beklemiyordu. AKP için, “Obama gibi geldiler, Bush gibi oldular” tespitini yapmanıza ne neden oldu?
Aslında o gün canlı yayında ABD seçimlerini konuşuyorduk. Obama, Bush, Irak ve Kürt sorunu gündeme geldi. Terörle ilgili konuşurken, 1990’ların başından itibaren Türkiye’nin şiddete karşı şiddet politikası uyguladığını ve başarılı olamadığını anlattım. “AKP son zamanlarda neden böyle?” diye sorulunca, ben de “Sorun da buradan başlıyor, metaforu Tayyip Erdoğan’dan ödünç alıyorum. Zamanında “Türkiye’nin zencileri biziz” demişti. “Tayyip Erdoğan Obama’dır, Amerika’da bir zencinin başa gelmesi devrimdir” diye başladım anlatmaya.
Aynı şey mi?
Türkiye’de bu devrim 2002’de yaşandı. Erdoğan siyasi yasaklıydı, milletvekili olamamıştı. Sonra söke söke milletvekili oldu, başbakanlığa geldi. 2007’de de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının önüne her türlü engel çıkarıldı ve sonra ne gördük? Abdullah Gül de cumhurbaşkanı oldu. Şimdi Kürt Sorunu’na bakarsak, evet Bush’un politikalarına yakın bir çizgi izleniyor. Ben böyle düşünüyorum.
Yorumunuz maksadını aştı diye düşünüyor musunuz?
Ben söylerken hafif, sanki, gibi demiştim ama benzetme kuşkusuz çok çarpıcı. Ama benim “Bayrak açayım” diye bir tavrım yoktu. Eleştirilerimi de yazıyorum, hiç eleştirmeyen biri de değilim. Örneğin Alevilerle ilgili de 2 ay önce 3 yazı yazdım. Hükümetin bu konuyu ele alması gerektiğini, yanlış çözümlerin bize dayatılacağını, kendi çözümümüzü üretmemiz gerektiğini, insanlar kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa öyle olduklarını, ibadet yerleri açmalarına müsade edilmesi gerektiğini yazdım.
Böyle yanıt vereceğini hiç hesap etmedim
“Her yaptıklarını alkışlayan biri olmadım” diyorsunuz ama sizin bu son yorumunuza Başbakan çok sert çıktı... Bu bardağı taşıran son damla mıydı?
1 Mart Tezkeresi döneminde de ben başka şeyler yazdım. AB politalarında gevşediklerini de yazdım. Bu yorumun böylesine kar topu gibi büyeyeceğini, 2 gün sonra da Başbakan’ın bana böyle bir yanıt vereceğini hiç hesap etmemiştim.
“Sevsinler seni, Yazıklar olsun” dediğinde Başbakan ne hissetiniz? İzliyor muydunuz Başbakan’ın konuşmasını?
Dinlemiyordum. Bir arkadaşım aradı, haber verdi ama televizyon izleyebilecek bir yerde değildim. Akşam izleme fırsatı buldum.
Bu yorumunuzun ve Başbakan’ın size yanıtının bu derecede yankı bulmasının nedeni sizin Başbakan’a yakın bir gazeteci olmanız. Artık yakınları bile Başbakan’ı böyle eleştiriyor ve Başbakan yakınlarına bile yanıt verirken üslubu fena.
Bir kere şu yakınlık konusuna açıklık getirelim.
Yakın değil misiniz? Ailece görüşmüyor musunuz? Çok eskiden tanışmıyor musunuz?
Öncelikle mesleki açıdan yanlış örneklerle benimle ilgili paralellikler kuruldu. 2002 seçiminden hemen sonra Gül, Başbakan olduğunda yakın olduğumu yazdım.
Erdoğan Cumhurbaşkanı olsa Türkiye normalleşirdi
Türkiye uzun süre kimin cumhurbaşkanlığına aday olacağıyla gündemini meşgul etti. Erdoğan cumhurbaşkanı, Gül de başbakan olsaydı nasıl bir ortam olurdu?
Çok farklı olabilirdi. Bir kere siyasi üslup çok farklı olurdu. Abdullah Gül mülayim biri. Bir söyleyeceğini 10 kez düşünen biri. Tepki verdiğinde yanlış bir şey söylerse derhal devreye giren biri. Daha bizim insanlarımızın alıştığı biri. Karizması yok. Karizma Tayyip Erdoğan’da var.
Tayyip Bey, Türkiye’de ve belki de dünyada nadir görülebilen şahsına yönelik beklentilerin çok yüksek olduğu, karizması olan, insanlara alınacakları şeyleri söyleyen ama çok da yadırganmayan biri. Siyaset bu üslup yüzünden rayında gitmiyor. Bu üslup ve karizmayla Türkiye için cumhurbaşkanı olarak çok iyi işler yapabilirdi ve Türkiye normalleşirdi. Ben şahsen Tayyip Bey’in cumhurbaşkanı olmasını savundum. Tayyip Bey siyasetin yoğun olduğu tarafta kalmayı tercih etti.
Peki olabilir mi bu?
Ben Abdullah Gül’ün görev süresi bittiğinde 7 yıl görev süresi var, 5 + 5 kabul edildi ama bu cumhurbaşkanına uygulanacağını sanmıyorum. 7 yıl sonunda yer değiştireceklerini sanıyorum. Tayyip Bey cumhurbaşkanı olur, Gül de isterse başbakan olur. Tayyip Bey kendisi olabilecekken nasıl cumhurbaşkanlığını Gül’e verdiyse, aynı şeyi Gül de yapabilir. Bu süreçte Türkiye’de alternatifi doğmazsa AKP’nin, CHP’de topluma daha uygun liderlik çıkaramazsa, Deniz Baykal bu olan bitenlerden ders çıkarıp, “Bu adamlar İslamcı biliniyorlardı, dünya onlara ılımlı İslamın temsilcisi gözüyle bakıyor, itibar görüyorlar, ben de ılımlı laik olsam” dese, bu halkta bir dalgalanma yaratır mı, bence yaratabilir... Sonuçta Gül başbakan, Erdoğan da cumhurbaşkanı olabilir...
Gül çocukluk arkadaşım Başbakan’ı yakından tanımam
Abdullah Gül’e daha yakınsınız...
Evet doğru çok yakınım. Abdullah Gül neredeyse benim çocukluk arkadaşım. Ailece de görüşürüz. Çok yakın dönemlerimiz var. Ankara’da o politikacı, ben gazeteci, aynı çevrede olduk hep. Ne politikacı Abdullah Gül iken, ne de şimdi gazetecilikle ile arkadaşlık ilişkisini karıştırmadım.
Abdullah Gül ile aranız iyi, “Başbakan ve Cumhurbaşkanının arası açık, sizin de Cumhurbaşkanının mesajın verdiğiniz şeklinde yorumlara ne diyorsunuz?
Abdullah Gül’ü iyi tanıyorum ama bu kişiyle ilgili mesaj taşımak, bu mesajları nakletmek gibi bir tavrım asla olamaz. Onların da böyle bir şeye ihtiyaçları yok.
Tayyip Erdoğan’la ne zaman tanışmıştınız?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu ilk hafta Ankara’ya gelmişti Tayyip Bey o zaman tanıdım. Belediye başkanlığı döneminde yakın halkasında olmadım. Sonra Ankara’ya geldi. Sosyal ortamlarda oldum kendisiyle. Öyle çok çok yakından tanıdığım bir insan değil. Yakın tanımak geçmişte bazı politikacılarla kankalık ilişkisi içinde olan oralardan mesaj veren, misyon yüklenen biri olmadım. Ne yazdıysam kendi düşüncelerimi yazdım. Abdullah Gül Başbakan’dı, 1 Mart tezkeresini sunan hükümetin başıydı, ben tezkereyi eleştirdim. Diyelim ben onları eleştirirken, onlar doğru olduğuna inanıyorlarsa onlar da beni eleştirdi.
Bu ilk değil, geçmişte de satır aralarında bana yanıt verdi
Tabii ki daha önce de eleştirileriniz oldu. Ama bu eleştirinize yanıt canlı yayında verildi... Daha önce de Başbakan sizin eleştirilerinize yanıt verir miydi, bu yanıtlar hep dost meclislerinde mi olurdu?
Tayyip Bey bugüne kadar bana hep çaktırmadan yanıtlar verdi. Ne zaman kendisini eleştirsem bana hep yanıt verdi. Bunun kimse anlamadı ama ben anladım. Konuşmalarının satır aralarındaydı yanıtları. Kendi kullandığım sözcüklerle bana geri dönüldü. Geçmişte satır aralarında kimse fark etmeden bana çok yanıt verdi başbakan.
Başbakan’ın üslubunu siz nasıl buluyorsunuz?
Kimileri Kasımpaşalılık diyor, kimileri hazır cevap diyor, kimileri çok farklı eleştiriyor...
Herkes üsluba takılıyor. Bir meslektaşımız bakmış 4-5 kere “Yazıklar olsun”, “Sevsinler seni” demiş önceden de. Bu kez bana karşı oldu. Ben alışığım böyle şeylere. Dediğin gibi ben çok yakını olarak görüldüğüm için yadırgandı.
Gazetecilere uygulanan ambargonun savunulacak yanı yok
Başbakan şimdi de bazı gazetecilere ambargo uyguluyor. Buna ne diyorsunuz?
Çok yanlış. Ambargo olarak algılanıyor. Onlar da, “Bunlar her yerde yapılıyor” tarzı yaklaşıyorlar. Sansür olarak, ambargo olarak algılanacak bu tür uygulamalar yanlış. Savunulacak yanı da yok. Bir gazeteci yalan ya da yanlış yazdıysa bunu tespitle görevli kişiler var. Muhabirin tek başına hatasından söz etmek zor.
Başbakan kişilere yönelik, Genelkurmay da kurumlara yönelik basın yasağı koyuyor.
Halkın haber alma yönündeki her kısıtlama yanlış. Bir insan masa etrafında halka ulaşması için bilgi veriyorsa her televizyondan ve gazeteden temsilcilerin olması lazım. Eğer birilerini çağırmıyorsanız çok makul bir sebebi olması gerekir.
Bundan sonra Başbakan’ın gezilerine gidecek misiniz?
Başbakan 6 yıldır Başbakan, 6 kez geziye gitmişimdir. Başbakan’ın her daim yanında görmek istediği biri değilim. Cumhurbaşkanı’nın da her gezisine gitmedim, öyle bir vaktim de yok zaten.
Yüzde 47 değil, kapatma davası kimyalarını bozdu
22 Temmuz seçimleri AKP’yi değiştirdi mi? Yüzde 47 oy aldıktan sonra AKP ve Başbakan farklılaştı mı?
Bence seçim değil, kapatma davası çok şeyi değiştirdi. Seçimden sonra güzel bir açıklama yaptı Başbakan. Sonra başörtüsü ile ilgili düzenleme yapmak istedi, çabalar gösterdi. Ben o konuda da eleştirdim. Böyle bir şeye gerek yok, Anayasa’da değişiklikle sonuç alınamayacağını daha önce gördük. Yasa ve Anayasa’yla çözülmesi mümkün değil bu konunun dedim. Kapatma davası süreci ve AKP’nin kapatılmamasının çok şeyi değiştirdiğine inanıyorum. Bence başta Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’da yazılı olan görevleri içinde Anayasa değişikliklerini ele alması yok, ardından da kapatma davası açılması yanlıştı. Ama dava açıldı. Ben AKP’nin kimyasının o süreçte bozulduğuna inanıyorum.
Siz kapatılacağını düşünüyordunuz...
Kapatılacağına inandım. Kapatılmadı ve biz o günden sonra normal bir parti görmedik karşımızda.
Her liderin tepkisi farklıydı
Yıllardır gazetecilik yapıyorsunuz. Alışığım diyorsunuz, daha önce de buna benzer bir olay yaşadınız mı? Gazetelerin, TV kamerelarının odağında bir Başbakan bir gazeteciye direkt mesaj verdi mi, size verildi mi?
Herkesin üslubu farklı. Özal telefonda atardı fırçasını, kimse bilmezdi. Demirel görmek istemezdi. Bir zamanlar benle yakın olma ihtiyacı duymuştu Demirel, sonra benden rahatsız oldu, beni görmek istemedi, hiçbir geziye, davete çağırmadı. Mesut Bey’in üslubu da çok farklıdır. O da benle konuşmuyordu. Bir gün bizim gazeteyi ziyarete geldi ve yan yana oturduk. Görüşme boyunca benle hiç konuşmadı. Giderken omzuma vurup, “Senin Taha Kıvanç diye arkadaşın var ya ona benden selam söyle” dedi. Erbakan 28 Şubat kararlarının uygulanmaya başlandığı dönemde çok gergindi. O dönem bir kısım medya tanımlamaları vardı. Erbakan bir kısım medyayı hiçbir yere çağırmıyordu ve ben o kısım medyadan değildim ve her davette kendisine yanlış yaptığını söylerdim. Bir keresinde basınla buluşmamızda “Daha ne kadar böyle devam edeceksiniz” dedim. İzmirlilerin tabiriyle “Asfalyaları attı” ve beni “Sen sen zaten hep böyle yazıyorsun” diye azarladı.
Erdoğan’ın söylemleri askeri dile dönüştü
Yerel seçimler yaklaşıyor, Güneydoğu çok gerildi. Bu seçimlerde en çok merak edilen nokta AKP’nin DTP’nin elinden belediye başkanlıklarını alıp almayacağı. Artan terör olaylarının bunlarla bağlantısı var diye düşünüyor musunuz?
29 Mart yerel seçimlerini çok önemsiyorum. O seçimlerde eğer AKP belediyelerin yönetimini önemli yerlerde alırsa, Diyarbakır ve Şırnak’ta alırlarsa Kürt sorunu olarak tanımladığımız sorunun çözümüne yönelik iyi adımların atılacağına inanıyorum.
Başbakan daha önce Diyarbakır’a giderken aydınlarla görüşmüştü, Diyarbakır’da şiir okumuş, yumuşak ve birleştirici bir konuşma yapmıştı. Son Hakkari ziyaretinde ise “Ya sev ya terket” dedi. Başbakan’ın Kürt Sorunu’na bakışı mı değişti? Çok sert değil mi?
Başbakan’ın dili askeri bir dile dönüştü. Bunun nedeni belli. Terörün baş gösterdiği ortamlarda başbakanlar terör konusunda toplumun hassasiyetlerine daha çok yanıt vermek istiyor. Şehit cenazeleri var... Bu ortamlarda başbakanlar bazı konularda askerlere daha yakın oluyorlar. Askeri dil siyasilere de egemen hale dönüşüyor. Başbakan’ın daha serin kanlı olması lazım.
Terörün amacı var. Bir amaç için insan öldürüyorlar. Son zamanlarda niye arttı terör olayları, 2 yıldır böyle değildi. Pat diye Aktütün’e saldırıyor. Buna da siyasiler bu dille yanıt veriyor. Teröristlerin de amacı bu, siyasileri keskinleştirmek. Çünkü önümüzde seçimler var. O bölge insanı hassas. 2005’te senin bahsettiğin o dil sevecendi, karşılığını da 2007 seçimlerinde aldı. Siz sertleşirseniz böyle olmaz.
DTP böyle giderse yine güçlü çıkar mı seçimlerden?
Benim endişem 2009 seçimlerinde bölgenin partisinin yine güçlü çıkacağı yolunda...Ama daha zaman var...
“Terk et” mantığı çok yanlış
Ya sev, ya terk et... Size söylenenler. Pompalı tüfek... Başbakan’ın söyleminde bir sorun mu var?
Başbakan’da bir üslup sorunu var bu kesin.
Siz yakını değilsiniz ama danışmanları var, yakınları var. Uyarmıyorlar mı?
Uyarıyorlardır... Bu 40 yıllık 50 yıllık bir alışkanlık. Başbakan’ın ilk tepkisi en sert tepkisi oluyor. Sonra yumuşuyor, farklılaştırıyor. Sanki o tepkiyi veren o değil. Pompalı tüfek dedikten sonra söylediğinin farklı anlaşılmasından çok rahatsız oldu. “Ya sev, ya da terket” söylemi ise asla siyasetin dili olmaması gereken bir kavram. Hiç kimsenin hiç kimseye böyle bir mesaj verme hakkı olamaz. Hiçbirimiz doğduğumuz ülkeyi seçmiyoruz. Terk et mantığı çok yanlış. Başbakan böyle bir karekterde değil ama dediğim gibi ilk tepkisi en sert tepkisi oluyor. Çok kızıyor. Kızgınlığını aşırı ifade ediyor. “Beğenmiyorsan çek git” diyor.
Siz de Başbakan’ın üslubundan nasibinizi aldınız mı?
Ben çok da kendime almadım. Herkes yazdı, farklı gazeteler de “Obama gibiydiler, Bush gibi oldular” yorumunu kullandı. Çok gürültü koptu. Bir gürültü oldu buna da tepki verdi Başbakan. Üzerime alındım ama tümünü değil.
Sizce Başbakan size nasıl bir yanıt verebilirdi?
“Ben 2005’in arkasındayım” demesini beklerdim. Ben içi doldurulmuş bir şeyden bahsettim. Ben 29 Mart’ta başarısız olmasına üzülürüm. Ben Başbakan’ın “Bir yazar arkadaş bunu demiş, merak etmesin o bölgedeki kardeşlerimizden bir ayrım yapmayız” demesini beklerdim. Başbakan kişiselleştiriyor, içeriği görmüyor. Başbakan da diğer basın mensuplarından ayırmıyor beni.
İktidar 2002’den beri travma yaşatıyor
Obama’ya tavsiyelerde bulundu, Başbakan ve “Dik dur, ama diklenme” dedi. Kavga etmemesini önerdi... İnsan bunu okuyunca çok şaşırıyor, siz de şaşırdınız mı?
Kendime ve herkese şunu tavsiye ediyorum. Türkiye zihnen bölünmüş bir ülke. 2002’den beri böyle bir iktidarın olması bazılarımıza travma yaşattı halen de yaşatıyor. “Böyle bir başbakan mı, böyle bir hükümet mi olacaktı?” diye düşünenler var. Karşı ve yandaş olarak bölünmüş durumdayız. Demokrasimiz yerleşik olsaydı farklı olurdu. Bugünkü iktidar partisi iktidar olmadan bir yıl önce kuruldu. Dünyada eşi benzeri yok bu durumun. Biz demokrasi kültürünü benimsemiş olsak, bölünmüş olmasak başbakanımız böyle olsa anlayışlı olabilirdik. Biz bölünmüşüz. “Böyle mi olur, bu adam ne yapıyor?” diyoruz. Başbakan’ı değerlendirirken toplumda bu önyargılarda devreye giriyor. Bu parti farklı bir parti. Biz medya olarak bu partiyi 6 yılda eğitebilirdik. Medya ile ilişki nasıl olur bunu gösterebilirdik. Geçmişte her ne kadar siyaset yapmış olsalar da yerel siyasetten gelen bir Başbakanı olan bir parti AKP.
Bu çok büyük bir farklılık yaratıyor mu?
Ulusal siyasette deneyim sahibi olmak önemli özelliklere sahip olmayı gerektiriyor. Ama medya çok eleştirdi Başbakan’ı. Adam takdir beklerken küçük lekeler büyük gösterildi.
"Sen benden talep edersen ben de senden ederim“ diyor
Başlarda birçok şey de görmezden gelindi. İstikrar var diye bir çok konuda da destek olundu...
Ben hatırlamıyorum öyle bir dönem. Medya hep taleplerle gitti Başbakan’a. Gazetecilerle ilgili pek de olumlu olmayan izlenimlere sahip olmalarına biraz da biz onları ittik. Bugün bunu ceremesini değişik şekillerde çekiyoruz. İktidar ve medya arasında güven bunalımı var. Ben en son Aydın Doğan kavgasında şunu düşündüm. Eğer Aydın Doğan’ın medya grubu içinde yer alan organlar bana biat et, benim istediğim şeyleri yaz noktası için veriliyorsa mücadele Aydın Doğan buna sonuna kadar direnmeli. Ama bu mücadeleyi yürütenlerin karşı taraftan da talebi olmamalı. “Sen benden talep edersen ben de ederim” diyor Başbakan. Bir ara Ertuğrul Özkök’ün yazdığı gibi sütunlarımız da babamızın malı değil. Netice itibarıyla doğruları yazmak, olayları çarpıtmamak, hakaret etmemekle de görevliyiz.
Benle ilgili yazıyor bir arkadaş. Bana Fehmi diyor, küçümsüyor. Buna kimsenin hakkı yok. Başbakan sütunları okuyor, belki okuyordu artık okumuyor, belki kendi ve ailesiyle ilgili bazı haberlerin çarpıtıldığını düşünüyor. Yazar istediğini yazmalı ama çarpıtmamalı, hakaret etmemeli. İstedikleri yazara güle güle diyorlar. Bardağı taşıranla yolları ayıracaksın.
Melih Gökçek karşısına Karayalçın’ı isteyerek çıkardı
Seçim anketleri yapılıyor. Farklı anketlerde CHP’nin oyu birbirine yakın çıkıyor. Yüzde 24-25 civarı. AKP’nin oyu ise yüzde 36 ile yüzde 49 arasında değişiyor. Siz AKP’nin oylarının düştüğüne mi yükseldiğine mi inanıyorsunuz?
Daha erken seçimlerle ilgili yorum yapmak için. Yerel yönetimlerde başarılı AKP. Bu yüzden de başarı şansları genel seçimden fazla. Ayrıca iktidar partisi, daha 4 yılları var. Yerel yönetimlerin iktidarla ters düşmemesini tercih eder seçmenler. Ayrıca alternatif var mı? Yerel yönetimleri sosyal dayanışma mekanizması olarak kullanıyorlar.
Siz Ankara’yı yakından takip eden bir yazarsınız. Melih Gökçek mi Murat Karayalçın mı seçilir?
Bula bula Murat Karayalçın’ı buluyorlar. Bence şansı yok. Karayalçın ismini Karayalçın’dan önce keşfeden isim Melih Gökçek. Melih Gökçek karşısına Murat Karayalçın’ı kendi çıkardı, çünkü böylece kendi adaylığını garantiledi. Bir önceki seçimde Karayalçın adaydı, CHP, DSP’nin de adayı vardı. Belli ki bir isimde birleşilecek, bu isim de Karayalçın. Melih Gökçek karşımda Karayalçın olunca partim beni gözden çıkaramaz diye düşündü. Gökçek’i yüksek bir siyasi zeka sahibi olarak gördüm. Vatan)