Bu yılın dış politika gündeminin büyük bir bölümünü hiç şüphesiz Ermeni meselesi oluşturacak.
Gerek ABD Başkanı Obama’nın başkanlık seçim öncesi verdiği söz, gerekse son günlerde sürekli tartışılan Ermenistan sınırının açılması isteği bunun açık bir göstergesi.
Obama seçim öncesi sözde Ermeni Soykırımı’nı tanıyacaklarını söylemişti. Bu söylem yalnızca bir seçim vaadimiydi yoksa gerçekten ABD parlamentosundan soykırım geçecek mi onu 24 Nisan’da göreceğiz.
Ermenistan sınırının açılması söylentileri ise bana, ateş olmayan yerden duman çıkmaz atasözünü hatırlatıyor. Yani sanırım böyle bir şeyin gerçekleşmesi için bir şekilde görüşmeler oluyor ama bu el altından mı, resmi kanallarla mı oluyor yakında anlayacağız.
Peki bütün bunlar ne anlama geliyor?
ABD sözde Ermeni soykırımını tanıyacak mı?
Ermenistan sınırı açılacak mı?
Bunlar aslında dış politikayı iyi okuyan biri açısından cevabı belli olan sorular.
Aslında gündemdeki bu konular başka bir şeyin hazırlayıcısı.
Türk halkı alıştırılmak isteniyor.
Neye mi?
Tabii ki sözde Ermeni soykırımının kabulüne...
Ermeni diasporası için aslında diğer ülkelerde Ermeni soykırımının kabulü pek bir anlam ifade etmiyor.
Türkiye devleti kabul etmeli bunu diyorlar. Bizim asıl meselemiz bu diyorlar.
Bu nedenle de içerideki bazı aydın entel grubu da yanlarına alarak “Özür dileme” kampanyalarını başlattılar geçtiğimiz yıl.
Halkına uzak ama halkından başka herkese yakın Türk aydını, 1915 olaylarından dolayı Ermeniler’den özür dileyecek ve bu dalga dalga yayılacak her Türk kendini suçlu hissedecek bu kampanya da böylece başarıya ulaşacak.
Bu birinci aşamaydı. Yani Osmanlının son döneminden bu yana ellerinde bulundurdukları batılı ve batıcı aydınları bu dönemde de kullanmak ve kamuoyu yaratmak istiyorlar.
Bu aydınlara zaman zaman “Ne kadar Ermeni öldürdük?”, türünden yayınlar yaptırarak bizleri suçlu psikolojisine sokmak istiyorlar.
İkincisi ise son günlerde gündemde olan Ermenistan sınırı…
Açsak ne olur? Bunu gündeme getirerek halkı yokluyorlar.
Ermenistan sınırını açarsak, hatta sözde Ermeni soykırımını üstü örtülü bir şekilde kabul edersek hiç bir şey olmayacak şekilde halkı hazırlamak ve buna inandırmak istiyorlar.
Türk halkı da maalesef her şeye çabuk inanan bir halk.
2003 Aralık’ın da AB’ye girdik diyenlere bile inanmamış mıydı bu halk.
Ama bu sefer yaşananlar o kadar basit değil.
Oysaki 1915 tehcirinde ölen Ermeniler, olduğu kadar Ermeni çetecilerce katledilen binlerce Türk vatandaşı vardır.
Oysaki ortada bir HOCALI katliamı vardır.
Oysaki ortada bir ASALA terörü vardır.
Azeri kardeşlerimiz, yetişmiş diplomatlarımız şehit edilmiştir.
Bunlar kolay unutulacak şeyler değildir.
Onlar da aynı şekilde, 94 yıldır 1915 olaylarını unutmadıklarını her seferinde gözler önüne seriyorlar.
Olanlar olmuştur ve biz bunları geriye gidip değiştiremeyiz.
Ülkemizde Ermeni vatandaşlarımızla dostluk içinde yaşayabiliriz yine uzun yıllardır yaşadığımız gibi, ama acılarımız ortak değildir.
Herkesin acısı kendinedir ve farklıdır.
O yüzden kimse yapılan hiçbir şeyi unutmaz.
Aslında bu olay biraz da adamla yılanın hikayesine benziyor…
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş.
Yaratana olan aşkı ile "yılan bile olsa, candır” demiş kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş. "Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim"demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış."Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış."Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek" demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kim bilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor.Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı... Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama... Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız demiş.